Türkiye’de seçim yarışı başlarken, yeni bir anayasa beklentisi de ortalığı kaplamış durumda.

Köpükten demokrasiden de

Yönetenlerin “ben bilirim”inden de

               kurtulmak için

Sivil ve siyasal vatandaşlık talebi ile              

Sosyal ve ekonomik vatandaşlık talebinin

                 Birleşmesi şart

 Türklere, Kürtlere ve Emeğe duyurulur
 
 
Türkiye’de seçim yarışı başlarken, yeni bir anayasa beklentisi de ortalığı kaplamış durumda. İktidardan gelen yeni anayasa vaadi birçok kesimde daha demokratik bir anayasa beklentisini ortaya çıkarırken, aslında neyin ne kadar karşılanacağı konusunda bugün olan bitenler epeyce şey söylüyor sanırım. Birkaç vazgeçilmez hak ve özgürlüğün bugünkü haline bir bakalım:

Seçme-seçilme hakkı: Siyasal partiler için yüzde 10 seçim barajı duruyor. Demokrasi isteniyor olsa, birçok çevrenin de demokrasiye aykırı olduğu görüşünde birleştiği bu baraj kaldırılmalı, en azından aşağıya çekilmeliydi; değil mi? Bunu yapmak için yıllar vardı, yapılmadı; hâlâ da var; ama çok iyi biliyoruz ki, olmayacak: Çünkü niyet yok. Demokrasiden çok, demokrasi söylemini kullanmayı iyi bilen, 12 Eylül referandumunu “ileri demokrasiye” geçiş kapısı gibi sunabilen bir iktidar, kendi işine gelmedikçe daha ötesini niye istesin ki!

Seçim barajını kaldırmak şöyle dursun, az veya çok “karşı güç” oluşumuna olanak sağlayan bağımsız adaylık bile önlenmek isteniyor. Yüksek Seçim Kurulu, 2007 seçimlerinde bağımsız adaylar için belirlediği 446 -YTL başvuru ücretini  (emanete yatırılan para) 2011 seçimleri için 7 734-TL’ye çıkardı. Dayanak olarak gösterilen Seçim Kanunu’ndaki hüküm aynı; SK md. 21’de,  bağımsız adaylardan yasal şart ve nitelikler dışında başka bir şey aranmaması, ancak en yüksek derecedeki devlet memurunun brüt bir aylığı tutarında bir parayı emanete yatırmaları istenmekte. Bu hükme dayanılarak, 2007’de 446-YTL,  2011 yılında ise 7.734-TL ödenmesi öngörülmektedir. Yani aynı hesaplama yapılsa bugün 600-TL olacak başvuru ücretinde 17 katlık artış var. Peki, niye ve hangi gerekçeyle?

En akla gelen, BDP’nin bağımsız adaylar üzerinden Meclis’e daha güçlü biçimde girmesini önlemek gibi görünüyor.  Ancak, BDP siyasal parti; Kürt halkından gelen bu destek varken, bu engeli aşacağı açık. Bu nedenle, bu kararın, yalnız BDP’yi, hatta yalnız bağımsız aday olmak isteyenleri değil, herkes için aktif siyasete katılma konusunda bir engel daha çıkarılması anlamına geldiğini düşünmek gerekiyor.

Belki, siyasal partilerden umut kesmiş vatandaşların Meclis’e girerek alternatif bir  “karşı-güç” oluşturma olasılığından korkulmakta. Belki,  TBMM’ni oluşturan milletvekillerinin bileşiminin gösterdiği gibi, siyaset paralı iştir, parası olmayan hiç bu işe niyet etmesin denilmektedir. Belki, Ka-Der’in basın bildirisinde işaret edildiği gibi ekonomik açıdan zaten daha güçsüz konumda olan ve siyasete girmeye zorlanan kadınlara bir engel daha çıkarılmaktadır. Belki de, çulsuzlar ve kadınlara, parti hamilliği olmadan, siyaset neyine gerek denilmekte! Kimbilir!

Düşünce ve basın özgürlüğü: 60’ın üstünde gazeteci içerde, İsmail Beşikçi gibi ömrü yazmakla geçen bir sosyolog-yazar neredeyse bütün ömrünü hapishanede geçiriyor ve rahibin “sıra sana da gelecek” hikâyesinin anlatıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Bunlara karşı güçlü bir toplumsal-siyasal muhalefet de yok. Bu koşullarda, hangi maddeler, hangi düzenlemelerle korunacaktır düşünce ve basın özgürlüğü dersiniz?

 Yoksa, Türk Tabipler Birliği’nin onca kalabalık eylemi ve isteminden, ya da her yerde yaşanan HES mücadelelerinden, giderek artan işçi eylemlerinden hiç söz etmez veya minnacık yer verilirken, eğlence dünyasının kral ve kraliçelerine saatler, günler ayırmak gibi  “piyasa-iktidar-reyting” üçgenine sıkışmış medya ile mi korunacağını düşüneceğiz düşünce ve basın özgürlüğünü?

Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı: 12 Eylül Referandumunda, yargı vesayetine karşı bağımsız yargı laflarını ne çok dinledik, okuduk. Üstelik aksini düşünenleri, aydınlıktan da, demokratlıktan da aforoz edecek kadar söylediklerinden emindiler! Bugün ne görüyoruz. İstanbul’daki bir savcı yetki alanı dışına çıkarak Ankara‘yla ilgili bir arama kararı verebiliyor; üstelik gerekçesini açıkça göstermeye de gerek duymuyor (Ahmet Şık olayı). İktidarın hoşuna gitmeyen kararlar veren hâkimlerin payına, rütbe indirimi ve yer değişikliği düşüyor  (İstanbul Ağır Ceza Mahkemesindeki hâkimlerle ilgili kararlar). Ya da, Kars’taki şu meşhur anıtın yıkılmasına karşı yürütmeyi durdurma kararı veren hâkime olduğu gibi, onca hâkim teminatına karşı (!), bunu yapma yetkisi olmadığı halde, HSYK tarafından görevden alınabiliyor.

Tabii, bunlara rağmen hâlâ yargı bağımsızlığından söz etmeye devam edecektir birileri; tıpkı, yıllarca süren davalar, uzayan tutukluluk halinin şimdi Ergenekon, Balyoz derken ordu mensupları, gazeteciler, yazarlar açısından da geçerli olmasıyla “eşitlik” sağlandığını düşünenlerin olması gibi. İyi de, yüksek yargıda yapılan değişiklikleri halkın seçimi ve ileri demokrasiye geçiş karnesi olarak gören iktidar ve medya değişmeden, hangi anayasal düzenleme ile yargı bağımsızlığının sağlanacağı düşünülebiliriz ki diye sormamak mümkün mü?

Ya birileri seçim derdindeyken, nükleer tehlikelerden söz eden, suyunun, arazisinin, ormanının derdine düşen, ya da iş ve aş derdinde olanlara ne söyleyecek acaba yeni anayasa?  Bir şeyler söylese de, söylediklerinin güvence sağlamadığını yaşadıklarımız bize öğretmiyor mu? Çok mu karamsar; hiç değil. Bunlara karşı güvenceler var; yeter ki, yeter ki…

Şimdi greve çıkan Birleşik Metal işçileriyle dayanışma zamanı.

Yeter ki, bilinç, dayanışma ve mücadeleden vazgeçilmesin. Ve şimdi, yalnız işçilerin hakları adına değil, daha umutlu bir gelecek adına hepimizin destek vermesi gereken bir mücadele var. Bu grev, çok şeyin sembolü niteliğinde; onun böyle değerlendirmek de bize düşüyor. Bu grev:

-Uzun süredir gerileyen işçi haklarına karşı örgütlü bir mücadelenin gerekliliği ve olabilirliğini göstermek anlamına gelmekte.

-İşçiler arasında dayanışmanın varlığını ve sürdürüldüğünü göstermek adına önem taşımakta.

-Sermaye ve piyasaya karşı, emeği ve mücadelesini hatırlatmak adına önemli olmakta

 -Ve demokrasinin de, bu haklar ve mücadelelerle gelişebileceğinin anlamak ve anlatmak adına anlam taşımaktadır.

Ve eğer, eğer bu mücadeleye toplumsal-siyasal bir anlam kazandırılabilirse ve eğer bu mücadele emeğin toplumsal-siyasal güç kazanmasına bir katkı sağlarsa, bunun demokrasi açsısından içerdiği vaatlerin, yeni bir anayasa ile gelecek olanları çok aşacağını bilmek gerekiyor.