Başkasının acısı üzerinden mutluluk üretmek ahlaki olarak büyük bir zaaftır. En son Libya diktatörü Kaddafi linç edilirken bunu düşündüm. Yıllardır halkına zulmeden, işkence yapan, her türlü özgürlüğü askıya alan birinin ölümüne sevinmek doğal gibi görünüyordu. Ama insanlığın askıya alındığı, kinle, intikam duygusuyla saldırıldığında durum değişti. Kısasa kısas mantığı uygar insana yakışmaz. Bunun için sıkça hukuk diyoruz. İlkel duygularımız, dürtülerimiz dengelensin, bireysel adalet yerine, insanlığın değerleri üstünden bir ölçüt üretelim diye…

Sıkça hukuk sorunları üstüne konuşmamız, yazmamız bu olgunun yokluğundan, yoksunluğundan kaynaklı. Gazeteciler hapisteyken, milletvekilleri tutukluyken, uzun yargılamalar/özel yetkili mahkemeler nerdeyse tüm özgürlükleri tehdit eder biçimde, ölçüsüz davranırken, elbette bu konuyu konuşacağız. Gelgelelim ne konuştuğumuzu da iyi tartmak gerek.

ASKER KARŞITLIĞI DEMOKRATLIĞA YETER Mİ?
Askerlerin ülkenin tek sahibi, hakimi olmak türü bir alışkanlıkları olduğunu, tek tip yurttaş üretmek ve küresel kapitalizme hizmet için pek çok büyük hata yaptıklarını biliyoruz. Nerdeyse tüm darbeleri ABD işbirliği ve komünizm düşmanlığı üzerinden kurgulayarak, bugün içinde bulunduğumuz arabesk ve İslam soslu kapitalizmi de onlar yarattı. Her vicdanlı, demokrasiye biraz inanan, insan hak ve özgürlüklerini savunan kişi bu duruma karşı durmalıdır elbet. Ancak sadece askerlere karşı olmak, üstelik güçlerinden onca yitirmişken bunu yapmak demokratlık için yeterli bir ölçü müdür?

Bugün askeri vesayet karşıtı duranlar, özgürlüklere karşı girişilen saldırıdan hiç söz etmez haldeler. Tek tip insan yetiştiren alışkanlık biçim değiştirdi, ancak anlayış aynı. İtiraz var mı? Yok. Toplum daha muhafazakar ve militarist, milliyetçi bir çizgiye çekiliyor. Buna itiraz var mı? Yok. Evrensel hukuk ilkeleri ayaklar altında buna ses eden var mı? Yok. Sadece askere sövüp, saymak demokrat olmak için yeter sanılıyor…

KILIK DEĞİŞTİREN EMPERYALİZM
Emperyalizm çeşitli kılıklarda kendini gösterir. Bugün askerler eliyle yol almak yerine, çeşitli hükümetler kanalıyla bizim coğrafyamızda at oynatıyor. Küresel şirketler sınır ve kural tanımaz biçimde dünyayı sömürüyor. Bir yandan kapitalizm en büyük krizini yaşarken, öte yandan halklar daha büyük bir tutsaklığın pençesinde kıvranıyor. Bugün demokrasi ölçütü buna karşı koymakla belirlenir.

24 Ocak kararlarını onaylayarak ve Özal’dan övgüyle söz ederek yapılan bir 12 Eylül yargılaması sadece gülünçtür. Toplum bu yüzleşmeyi yaşarken o dönemin aktörlerini ve gerçeklerini de görmelidir. Bugünkü iktidarın köklerini oralarda aramak gerektiğini de bilmelidir elbet. Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin darbeye alkış tuttuğunu ve postal parlatarak süreçte yer aldığını da anlatmak gerekir. Tüm bunları görmezden gelerek, şimdi sırtını güce yaslayıp ahkam kesmek acı bir tebessüm gerektirir. Acı olan yüzleşmeyi yapanların kimliğinde saklıdır. Tebessüm de bu parodi içindir.

VİCDANDAN VAZGEÇİNCE…
İnsan bu ahlaksızlık ortamında ayakta kalmak için gözleri kapayıp, bir de onurundan, vicdanından vazgeçerse hayat kolaylaşır. Oynadığınız oyuna inanmaya başlar, içi boş, uzun tiratlar atmaya bayılırsınız. Güç size ekranları açar, ticari başarı getirir, adam sınıfına(!) sokar… Tatlı tatlı anlatır durursunuz…

Yeni Türkiye diye bir olgu üretiliyor bir süredir. Her yeninin çekici, alımlı olduğunu düşünmek ahmakçadır. Örneğin Emek sineması eskidir, yerine ne koysanız güzel olmayacaktır. Bunu bilmek için büyük bir estetik ölçüte de gereksinim yoktur. Evet, bu ülkenin kötü alışkanlıkları çoktur. Acılarla dolu bir tarihi vardır. Ama ‘Yeni Türkiye’ diye yaldızlı sözlerle pazarlamaya kalkılan rejimin ne olduğunu da biliyoruz.
Kişi ahlakından bir kez vazgeçti mi buna da inanır!