Kıbrıs’ın tarihinde çok önemli bir yere sahip olan KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş hayata gözlerini yumdu.

Denktaş inatçı bir politikacıydı. Savunduğu tezlerini hayatı boyunca sürdürdü. Kıbrıslı Türklerin gönlünde özel bir yere sahip olduğu tartışılmazdı. Türkiye’de AKP iktidara gelene kadar Türkiye Hükümetlerinin kesintisiz desteğine sahip olması nedeniyle kendisine bir isim takılmıştı:

-Kıbrıs’ın Demirel’i!

Rauf Denktaş aktif siyasi portre olarak girdiğin bütün seçimleri kazanması, Türkiye’de fazla anlaşılamıyor ve hep şu soruya muhatap oluyordu:

-Bu adam seçimleri nasıl kazanıyor?

Onun bir zaferle daha çıktığı 2000 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Kıbrıs’ta izlemiştim. Propaganda döneminde Gazi Mağusa’da bir tam günü onunla geçirerek gördüm.

Denktaş’ın karşısına en radikal sloganlarla çıkan sol-sosyalist adaylar, seçim kampanyalarını radyo ve televizyonlarda partilere ayrılan propaganda saatleriyle sınırlı tutarlarken Denktaş, Kıbrıs’ın bütün köylerini dolaşıyordu. Bir köye girdiğinde aracından iniyor, karşısına çıkan herkesin tek tek elini sıkarak “desteğine ihtiyacım var” diyordu. Sonra köy meydanına geliyor, kahvenin merdivenlerine çıkarak kısa bir konuşma yapıyordu.

Bütün kampanya boyunca bu titiz çalışmasını aksatmıyordu. Bu haliyle de gerçek bir “halk kahramanı” imajını koruyabiliyordu.

Gazi Mağusa’da onun seçim bürosunda tanıştığım eski bir mücahit bana “öğlenden sonra gel istersen” demişti:

-Denktaş bey eski bir ‘Mücahit’i evinde ziyaret edecek!

Bana verilen bilgiye göre ağır hasta olan eski Mücahit çevresindekilerden bir şey istemişti:

-Ben artık öleceğim, Denktaş Bey’i son kez görmek istiyorum!

Bu istek Denktaş’a iletildiğinde “tabii olur, gidelim be” diyerek ekibiyle birlikte hasta Mücahit’in evine gitti. Bizim alışık olmadığımız bir yöntemi vardı. Seçim dönemi bakımından büyük bir propaganda malzemesi olacak ziyaret için yayına özel bir “medya ordusu” almadan bu işi yapmasıydı.
 


Denktaş’ı vefa ziyaretini izleyen tek gazeteci vardı: Milliyet’ten Nazım Alpman!

Rauf Denktaş, hasta Mücahit’in evine girdi. Eski savaş arkadaşının ölüme yattığını reddederek “Ne ölmesi be, nereden çıkartıyorsun bunları” diyerek elini sıktı:

-İyileşeceksin, seçim bitsin, mayolarımızı çekip seninle denize gireceğiz!

Hasta yatağındaki Mücahit’in yüzünde tebessüm oluştu:

-İyi olurdu ama ben kötüyüm, seni son bir kez göreyim istedim.

Denktaş yoğun temposuna karşın girdiği evde yarım saatten fazla kaldı. Bir hasta ziyaretinin sınırlarını zorladı. Sahici bir dost olduğunu gösterdi.

Kıbrıslı hiçbir gazeteci bu duygusal ziyareti izlemediği için ertesi günü “haber” de olmadı. Ama o mahalledeki bütün Kıbrıslılar bu sıcak anları gördüler, birbirlerine anlattılar, yakınlarına da aktardılar. Denktaş o seçimi büyük bir farkla kazandı!

Özel bir insandı. Kıbrıslılar da bunu gayet açık olarak gösteriyorlardı. Adada herkes birbirine küçük ismiyle hitap ederlerken kurt politikacıya ayrıcalık tanıyorlardı. En soldaki muhalifleri bile ondan söz ederken büyük bir saygı ifadesiyle şöyle hitap ediyorlardı:

-Denktaş Bey!

Kıbrıs’ta soyadının sonuna “Bey” takısı eklenen başka bir politikacı yoktu…

  ***

‘Gündüz BDP’li gece KCK’li!’

Bu ülkede “Kürtlerin makûs tarihi” hep güç politikalarına tapanlar üzerinden yazıldı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosu “yedi düvele kafa tutmuş” Kurtuluş Savaşı vermiş bu yüzden de özgüveni çok yüksel bir ekipti…

Emperyalistleri devletleri yendik Kürtleri mi halledemeyeceğiz?

Bu çizgi her iktidar döneminde birçok kez denendi. Kürtlere demokrasi vaat edildi, sırtları sıvazlanıp oy istedi, sonra sırtlarına sopalar indirildi.
 


AKP de üst üste üç seçim kazanmanın özgüveniyle eski çıkmaz sokaklara dalmakta bir sakınca görmüyor.

Şimdi Kürtleri “sopa” ile ıslah(!) etme sırası AKP’de… 

Ankara’da milletvekili Leyla Zana’nın ev kapısı kırılarak, içeri girilip arama yapılıyor. Yasama dokunulmazlığının ırzına geçiliyor.

Ülkenin en üst yönetim birimi olan TBMM Başkanı Cemil Çiçek, şahane bir demokratik (!)tepki gösteriyor. Çiçek “milletvekiliyle ilgili dinleme, el koyma, tutuklama yapılacaksa” diyor:

-Dokunulmazlık açısından beklenen amacın gerçekleşmesi hassasiyet arz eder!

Diplomasinin inceliğine bakar mısınız?

Milletvekilinin kapısı kırılıyor, TBMM Başkanı “hassasiyet” arzından bahsediyor.

1990’lı yılların başbakanları Süleyman Demirel’i, Bülent Ecevit’i, Tansu Çiller’i, Mesut Yılmaz’ı “kafaya alan” devletin esas sahipleri, Kürtlere vurmak için tekerlemeler uydurmuşlardı:

-Gündüz külahlı, gece silahlı!

Şehirde, kasabada, köyde kafasında “külahla” gezen Kürt yoktu. Ama devlet bir aşağılama ifadesi olarak öyle diyordu. Bu “külahlı Kürtler” gece birden bire silahlı hale geliyorlardı.

Netice itibarıyla bütün Kürtler teröristti!

O yüzden önlerine geleni vurdular. Şimdi JİTEM bahçelerinden kafatası topluyorlar.

AKP de bu paslanmış tekerlemeyi re-organize etti:

-Gündüz BDP’li gece KCK’li!

Anladınız değil mi?

Bütün Kürtler yasa dışı örgüt üyesidir!

Bu anlayışla yönetilen bir ülkeye demokrasi uğrayabilir mi?

***
 
 
Neo-akepe

AKP’nin son dönemdeki eylem ve söylemleriyle iktidara geldiği 2002’deki çizgisi arasındaki farka bakınca açık olarak şu görülüyor:

-Değişime uğramış bir siyasi organizasyon!

2012 model AKP, 2002’deki AKP’yi kapatabilirdi!

Çünkü AKP o yıllarda demokrasi, halka hesap soran değil hesap veren bir devlet olması gerektiğini söylüyor ve yakınıyordu:

-İktidar olduk ama muktedir olamıyoruz!

Açık olarak Ordudan ve Yargıdan yakınıyordu eski AKP… Bu söylemiyle halk desteğini arttıran AKP, artık yakındığı her şeyi yapma hakkını kazandığını düşünüyor.

Ezik bir gecekondu çocuğuyken, polis üniformasına kavuşmuş delikanlının bütün reflekslerini sergiliyor:

-Eğer kimsenin ağzına edemeyeceksem bu üniformayı neden giyiyorum?

Bu haliyle tarihte halk desteğiyle gelip, en ağır baskı-zulüm rejimini kurmuş olan Alman Nazi Partisi çağrışımlarını da hak ediyor:

-Neo-akepe!