Yukarıdaki alıntı Tayyip Erdoğan’dan!

Yukarıdaki alıntı Tayyip Erdoğan’dan! Rahatsızlığı nedeniyle katılamadığı Medeniyetler İttifakı Doha Forumu’na gönderdiği mesajdan aldım sözleri. Ortadoğu’da kan, gözyaşı, baskı ve şiddetin dinmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Bölgede devlet terörü sürdükçe, kendi halkına kurşun sıkanlar bulundukça huzur gelmez, diye ekliyor kısaca. İtiraz etmek mümkün mü?

Her çağın ruhu kendine uygun baskı yöntemleri gelişmesi için yeni biçim bulmayı gerektiriyor.  İçinden geçtiğimiz dönem demokratik görünümlü diktatörler çağı. Yeni imparatorluklar dönemi, doğaldır ki yeni yayılmacılık ve yeni zorbalık demek. Demem o ki, bu süreçte dilinden; demokrasi, insan hak ve özgürlüklerini düşürmeyen kimileri, bu kavramları yineledikçe içini boşaltıyor ve tuhaf biçimde kavramlar anlamını yitirdikçe, toplumlar durumu kanıksıyor ve taleplerinden vazgeçiyor. Sürekli demokrasi diye yineleyen kişi hakkında soru sorulmuyor, kuşku duyulmuyor. Biçim özün önüne geçiyor.

EN HASSAS KONULARA DEĞİNMEK

Erdoğan tabu olmuş, dile gelmesi yasaklı neredeyse her konuda konuştu. Kürt Sorunu hakkında öyle yerden giriş yaptı ve iddialar ortaya koydu ki, bugün kavgalı olduğu pek çok Kürt aydın ve siyasetçisi kayıtsız kalamadı söyleme.

Benzer durum Alevi Açılımı adı altında tekrarlandı. Bu güne dek ihmal edilmiş, yok sayılmış kimseler, bir anda devletin en üstünden gelen çağrı karşısında şaşırdı. Şatafatlı, kalabalık toplantılar yapıldı, bolca konuşuldu. Dersim Olayı’yla ilgili aynı süreci yaşadık. Bir anda beklenmedik bir söylem dile geldi. Tüm bir toplum, top yekün meseleyi tartışır olduk!

Yüksek yargı, YÖK, kadına şiddet, parasız sağlık/eğitim, örgütlenme hakkı, ifade özgürlüğü, basın bağımsızlığı, parti içi demokrasi, başkanlık sistemi, askerlik süresi, vesayet, mafya/siyaset ilişkisi, kentsel dönüşüm türü konuların hemen hepsinden bir söz etti başbakan. Tartıştırdı ve konuları tüketti, kavramların içini boşalttı.

Devrimci gençlerin darağacında can vermesini anımsattı, ağladı. Ahmet Kaya’dan söz etti, hüzünlendi. Darbecilerle mutlaka hesaplaşacağız, dedi.

Tüm bu konular o kadar çok dile geldi ve kısır tartışmalara sürüklenildi ki, toplum hepsi üstüne derin bir uykuya daldı. Çok konuşunca, sorunlar aşıldı sandı bir takım çevreler. Oysa söz edilen irili, ufaklı tüm konular olduğu gibi ortada.

YÖK REZALETİNE DEVAM

YÖK bir iktidarın niyetini kavramak için en güzel örnek. Bilim kurumları, akademisyenleri özgür olmayan bir toplumun demokrasisi olmaz. Ne zaman tam anlamıyla esir alında üniversiteler? 12 Eylül’de. Hangi yolla? YÖK’le. Eh hal böyleyse eğer, hiçbir siyasi hem YÖK’le yola devam edip, hem de özgürlükçüyüm, diyemez.

Kendince bilim anlayışı olan bir iktidar, doğal olarak buna uygun bilim adamları(!) yaratmak istiyor. Evrim teorisine karşı, yaradılışı savunan bir akıldan söz ediyoruz. Tanrı fikri karşısında boynu bükük… Oysa bilimciler her meseleyi sorgular, araştırır ve kuşku duyar.

Yeni YÖK başkanı atarken ne akıllara askeri vesayet geliyor, ne bilimsel özgürlük, ne katılımcı üniversite… oysa ne çok tartıştık bu konuları…

MOLLA CUMHURİYETİ

AKP’nin son dahiyane buluşu mollalarla demokrasi getirmek, barışı sağlamak. Özellikle Kürt yurttaşların olduğu bölgede, saygın(!) 1000 molla devlet kadrolarına alınacakmış. Bir eğitimden geçirilip, salınacakmış sahaya…

Pes!

Diyanet İşleri yeterince aklımızı, fikrimizi esir etmemiş gibi, şimdi bir de tüm meselelerin çözüm kaynağı olarak sunuluyor. Ne yapacak bu mollalar?

Halk sözlerine itibar edermiş bu kişilerin, sever, sayarmış. Eh diyanette verirsiniz resmi yeni devlet ideolojisine uygun fetvayı ellerine, onlarda bir çırpıda çözer tüm demokrasi, özgürlük sorunlarımızı!

Şaşırdım desem, yalan olur.

El Beşir’i ağırlayarak demokrasi çıtasını ortaya koyan bir ülke için daha ne denir.

Başbakan haklı.

Diktatörler oldukça huzur sağlanmaz!