Hayır, elbette ki dizinin konusu değil meselemiz, onu az çok biliyoruz. Osmanlı’nın kuruluş döneminin hemen öncesini Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi karakteri üzerinden anlatan bir dizi var karşımızda. Bizi asıl ilgilendiren, dizinin 2016 Türkiye’sinde ne anlattığı, siyasal ve toplumsal olarak neye tekabül ettiği.

İsimden yola çıkalım. “Diriliş” sözcüğünün Türkiye İslamcılığı için özel bir anlamı var. Ünlü İslamcı şair Sezai Karakoç’un düşüncesinin merkezinde yer alan bir kavram bu. Öyle ki, şair bu adla bir dergi çıkarmış, kitaplar yazmış, dahası “Diriliş Partisi” adlı bir parti kurmuş, ancak Anayasa Mahkemesi partiyi kapatınca bu sefer adı “Yüce Diriliş Partisi” olmuş.

Partinin internet sitesinde yer alan ve Karakoç tarafından yazılan “Diriliş Çağrısı”nda şöyle deniyor: “Milletim! Büyük bir milletsin. Çok büyük bir ülken var. Onun bir çok parçasına el konulmuş. Öbür parçalarına da göz dikilmiş. Çok köklü bir tarihe sahipsin. Gerçek bir medeniyetin, Hakikat Medeniyeti’nin sahibisin. Onu yeniden ayağa kaldır. Diril ve Dirilt! İnsanlık seni bekliyor.”

Diriliş dizisinin yönetmeninin de senaristinin de Karakoç’u tanıdıklarını, “Diriliş” kavramından haberdar olduklarını tahmin edebiliriz, çünkü rejimin ana anlatısını kitlelere taşımayı misyon edinmiş bir yapım ve bugünkü iktidar kadrolarının da büyük hayranlık duyduğu bir isim var karşımızda. Bizzat Erdoğan’ın ağzından sıkça duyduğumuz, “Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır/Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır” dizeleri bu hayranlık konusunda bir fikir verecektir.

Aslında “Diriliş” ya da “yeniden doğuş” gibi kavramlar sadece Türk sağına özgü değil. Türkçeye de çevrilen “Faşizmin Doğası” adlı kitabında Roger Griffin faşist ideolojiyi “palingenetik”, yani “yeniden doğuş” kavramı üzerinden açıklar. Griffin’e göre faşizm, kitlelere geçmişin görkemli günlerine yeniden dönmeyi, ulusun eskiden sahip olduğu güçlü devleti yeniden diriltmeyi vaat eder. Naziler III. Reich’tan, İtalyan Faşistleri ise yeni Roma’dan bahsederken tam olarak bunu yapmışlardır.

Bunun bizdeki karşılığı nedir peki? Evet, hepimizin artık net bir şekilde görebildiği üzere yeni-Osmanlı’dır bu. Rejimin ana anlatısı, “Osmanlı’yı yeniden diriltmek” üzerine inşa edilmiştir. Rejim kitlelere o görkemli günlere dönüşü, bir zamanlar Osmanlı’ya ait topraklarda yeniden at koşturmayı, bir cihan devleti olmayı vaat etmekte ve bu vaat milliyetçi-muhafazakâr kitlelerde bir karşılık bulmaktadır. 400 milyar dış borcu olan, ekonomisi sıcak paraya bağımlı, sanayisi gelişmemiş, etnik ve mezhepsel fay hatları her an kırılmaya hazır bir ülke için bu anlatı elbette ki bir fanteziden ibarettir, ama kitleler yeni-Osmanlı adlı bu fanteziye inanmakta, kandırılmayı arzulamaktadırlar.

İşte gerçek hayatta dolar duvarına, NATO duvarına, AB duvarına, Rusya duvarına, ABD duvarına çarpan bu fantezinin tatmini için Diriliş Ertuğrul mükemmel bir araçtır. Hakikatten kaçmak, fantezi evrenine sığınmak, hakikatin sağlamadığı tatmini fantezi evreninde sağlamak… Diriliş’in kitleler nezdindeki anlamı budur, rejim ise ana anlatısını, temel vaadini popüler kültür ve propaganda aygıtı üzerinden Diriliş aracılığıyla kitlelere ulaştırmaktadır ve bu açıdan son derece “işlevsel” bir popüler kültür ürününün ve propaganda malzemesinin olduğunu söyleyebiliriz karşımızda.

“Bir dizi neyi anlatır?” diye sormuştuk, devam edelim. Geçen günlerde Altın Kelebek ödülleri dağıtıldı ve bir ödül de Diriliş’e verildi. Ancak töreni sunan Okan Bayülgen’in diziyle dalga geçmesi ve dizinin yapımcılarına konuşma hakkı verilmediği iddialarıyla birlikte, yapımcılar ödülü reddettiklerini açıkladılar. Peki asıl mesele neydi, neden mesele bir “olay” haline gelmişti, bu kadar gürültü patırtı niyeydi?

Burada karşımıza çıkan şey, ilk olarak bir gövde gösterisiydi: Ana akıma, “Beyaz Türkler”e, “eski Türkiye”ye parmak sallanıyor ve “Bizi göreceksiniz, buradayız ve artık iktidarız” deniyor ve üstelik hemen sonrasında rejimin en tepesindeki isim tarafından da tasdikleniyordu bu. Ancak işin bir de mağduriyet ve kompleks boyutu vardı. Türkiye İslamcılığı muktedir olduğu zaman dahi mağduriyetin ekmeğini yeme arzusundan vazgeçmiyor, dışlanma, hor görülme, aşağılanma edebiyatı yapmaya devam ediyordu, yani parmak sallamaya arabesk bir mağdur edebiyatı da eşlik ediyordu. Bunun esas sebebi ise elbette ki kompleksli ruh haliydi, çünkü siyaseten iktidar da olsalar kültürel iktidarın hâlâ kendilerinde olmadığını biliyorlar ve kendilerini nefret ettikleri “Beyaz Türkler”e sevdirmeye çalışıyorlar, Avrupa Yakası adlı dizideki Burhan Altıntop karakteri gibi davranıyorlardı.

Vaat, fantezi evreni, muktedirken bile mağdur olma hali ve eziklik, kompleks… “Bir dizi neyi anlatır?” diye sormuştuk, soruyu aşağı yukarı yanıtlamış olmalıyız sanırım.