Atanır ya da atanmaz bilemeyiz ama “düşük profilli başbakanlık” için adı geçen isimlerden birinin “damat” olması, sıradan bir hadise gibi görülüp geçilebilir mi acaba? Hiç sanmıyorum. Damadın başbakanlığın en güçlü adaylarından biri olması bize rejimin karakteristiği hakkında son derece önemli ipuçları veriyor.

O karakteristiği, Yordam Yayınevi’nden 2014’te çıkan “AKP Cemaat Sünni-Ulus” adlı kitabımda “aile-devleti” olarak adlandırmak gerektiğini söylemiştim. Aile-devleti ile kastettiğim şey ise şuydu: Evet, ortada yasama, yürütme ve yargıyı tek bir adamın kontrolüne veren, parti ile devletin özdeşleştiği ve bürokrasinin göreli özerkliğini yitirip devlet aygıtının büyük ölçüde ele geçirildiği bir parti-devleti manzarası vardı ama bu, olan biteni anlamak için yeterli değildi.

Türkiye’de inşa edilen rejim, parti-devletini de aşacak bir şekilde, tepesinde bir “baba” figürünün bulunduğu, oğullar, kızlar, damatlar, dünürler, danışmanlar ve sermaye gruplarından müteşekkil bir “aile-devleti”ne evrilmekteydi.

Osmanlı döneminde olduğu gibi büyük ölçüde “vakıflar” üzerine inşa edilmiş ekonomi-politiği, bu “aile-devleti”ne bir tür “aile şirketi” görünümü kazandırmaktaydı ve bu nedenle kitapta “politik aile-şirketi” terimini kullanmıştım.

Politik aile şirketi şöyle işliyordu: Baba, devlet aygıtını elinde tuttuğu için, devasa kamu ihaleleri aile-devletinin çeperindeki sermaye gruplarına veriliyor, onlar da aile-devletinin bekasını tesis etmek adına, rejimi fonluyorlardı. Bu kimi zaman malum vakıflara bağış yapılması şeklinde oluyor, kimi zaman ise rejimin propaganda aygıtı için bir para havuzu oluşturmak ve finansman aktarmak şeklinde tezahür ediyordu.

Dolayısıyla “politik aile şirketi”, herhangi bir iktisadi faaliyette bulunmaksızın, rant dağıtımının kontrolü üzerinden kendi finansal ağını yaratıyor, bir tür “paralel vergilendirme” mekanizması aracılığıyla elde edilen fonlar rejimin hegemonyasını tesis edecek alanlara aktarılıyordu.

Geçtiğimiz yıllar içinde, aile-devletinin ekonomi-politiği uyarınca, yandaş sermaye gruplarına verilen devasa kamu ihaleleri yüzde yüz oranında “Hazine garantisi”ne alınmıştı. Yani bu gruplar herhangi bir mali sıkıntı yaşadıklarında arkalarında devleti bulacaklardı.

Oysa geçtiğimiz günler içinde gazetelere düşen bir habere göre “Hoca”, ekonomideki kırılganlığın arttığı gerekçesiyle ve Hazine üzerindeki mali yükü hafifleteceğini düşünerek bu yüzde yüzlük oranı yüzde seksene çekmek için bürokratlara talimat vermiş, bu talimatın duyulması ise bekası söz konusu yatırımlara bağlı “aile-devleti”nde ve ona bağlı sermaye gruplarında büyük rahatsızlık yaratmıştı.

Elbette ki “Hoca” basitçe bu nedenle tasfiye edilmedi, ABD ve AB ile ilişkilerden tutun da idare tarzındaki farklılığa kadar Saray’la birçok konuda ciddi ihtilaflar söz konusuydu ve denkleme bunların hepsini katmadan söz konusu tasfiye sürecini anlamak mümkün değil.

Ancak, “Hazine garantisi” üzerinde yaşanan kavga hem tasfiyenin önemli gerekçelerinden birini oluşturuyor, hem de rejimin parti-devletinden aile-devletine doğru daralmasına dair bize çok somut bir veri sunuyor. Başbakan, farkında olarak ya da olmayarak, aile-devletinin ekonomi-politiğini sekteye uğratacak bir icraata kalkıştığında, bu “Bardağı taşıran son damla” anlamına geliyor ve koltuğu altından hızla çekilerek düşürülüyor.

Yerine geçecek adaylar arasında zikredilen isimlerden birinin “damat” olması ise parti-devletinden aile-devletine doğru yaşanan daralmayı, gücün Saray’da ve “baba”nın elinde toplanmasını muazzam bir şekilde sembolize ediyor, Saray, damat vs derken ortaya bir “hanedan” manzarası çıkıyor.

Söz konusu manzara, kısa vadede bir güç işareti gibi görünse de, açıkça bir zayıflık, bir kırılganlık işaretidir. Bundan sonra mesele basitçe “düşük profilli” bir başbakan olmayacaktır, aile-devletine doğru daralan rejimin kendisi meşruluk ve hegemonya tesisi açısından bir düşük profil görünümü sergileyecektir. Bu ise “Pelikan dosyası” sonrası rejimin medyasında yaşanan kavganın ortaya koyduğu gibi, rejimin iç krizlerinin derinleşmesi, alternatif odakların ortaya çıkış sürecinin hızlanması, buna mukabil çubuğun daha fazla “zor”a bükülmesi anlamına gelecektir.

Rejimin iç çelişkilerini ve kırılganlığını görmek önemlidir ama sadece buna odaklanmış bir siyasetin muhalefet etmek anlamına gelmediği açıktır. Söz konusu krizleri ve kırılganlıkları hesaba katan, ama kendi ayakları üzerinde duran, kendi hedefleri, ilkeleri, programı ve yol haritası olan bir odak yaratmak… Öncelikli ve acil görev budur.