Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Basın yaşamımın önemli bir bölümü yazı işlerinde geçti. Gazete, dergi, kitap editörlüğü, hakkıyla yaparsanız, gerçekten yorucu ve sıkıcı bir iştir. Çünkü başkalarının yazdıklarını düzeltmeye çalışmak, onu yeniden yazmaktan daha güçtür. İşini kılı kırk yararak yapan tüm editörler yaşamıştır bu sıkıntıyı. Bir yanıyla da nankör bir uğraştır editörlük! Kimse eksiğini, yanlışını kabul etmek istemez. Zaman zaman […]

Basın yaşamımın önemli bir bölümü yazı işlerinde geçti. Gazete, dergi, kitap editörlüğü, hakkıyla yaparsanız, gerçekten yorucu ve sıkıcı bir iştir. Çünkü başkalarının yazdıklarını düzeltmeye çalışmak, onu yeniden yazmaktan daha güçtür. İşini kılı kırk yararak yapan tüm editörler yaşamıştır bu sıkıntıyı.

Bir yanıyla da nankör bir uğraştır editörlük! Kimse eksiğini, yanlışını kabul etmek istemez. Zaman zaman “hem kel hem fodul” yazarlarla uğraşmak zorunda kalırsınız. “Alçak dağları ben yarattım!” havasındaki yeniyetme yazarın burnu da aklı da havadadır; egosuna yenik düşer, yazdıklarını beğenmeyen editöre düşman kesilir.

Dergi editörlerinin işlevi de yeterince kavranmamıştır. Onlar, gelen yazıları, şiirleri seçip dosyalayan sıradan yayın görevlileri gibi düşünülür çoğu zaman. Bu çok yanlış bir algıdır. Çünkü editör, o dergiye damgasını vuran, kimlik kazandıran insandır gerçekte. Bir sergi için küratör neyse, dergi için de editör odur! “Varlık”ın Yaşar Nabi Nayır’la, “Yeditepe”nin Hüsametin Bozok’la, “Dost”un Salim Şengil’le, “Yeni Dergi”nin Memet Fuat’la, “Papirüs”ün Cemal Süreya ile anılması tam da bu yüzdendir.

Yazın dünyasında ağırlığı olan bir derginin yöneticisi iseniz daha da artar sorumluluğunuz. Çünkü tüm gözler üzerinizdedir. Dört dörtlük yazı bulmanız her zaman kolay olmaz. Elinizin altındakileri değerlendirirken enikonu zorlanırsınız. “Kitap-lık” dergisinin editörü Murat Yalçın, kendi deneyimine dayanarak çok güzel anlatmış bu güçlüğü:

“Kimi yazılar içtendir, üslupludur ama herhangi bir konuyu işleyip geliştirmez, bir sonuca varmaz. Kimi yazılar iri yargılarla doludur ama dili derme çatmadır, ‘Türkçesi hak getire’ dersiniz. Kimi yazılar başlı başına bir entelektüel şatafattır, kavram çöplüğüne düşmüşçesine gözlerinizi sımsıkı yumup oradan uzaklaşmak istersiniz. Kimi yazılar ilginç konularıyla, açtıkları bahislerle iştahlandırır ama yazar diye neredeyse okumasız-yazmasız birini bulursunuz karşınızda.” (Kitap-lık, Temmuz-Ağustos 2018, Sayı: 198)
HHH
Türkiye yayıncılığının en önemli sorunlarından biri, editörlük uğraşının kurumlaşamamış olmasıdır. Ülkemizde bu işi önemseyen yayınevi sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Kitapların önsözlerine ya da arka kapak yazılarına göz gezdirirken bile hemen anlarsınız bunlara editör eli değip değmediğini.

Tabii, künyeye editör adı yazmakla da bitmiyor iş. Kimi kitapların künyesinde “Genel Yayın Yönetmeni”, “Editör”, “Düzeltmen” gibi sanlar görüyoruz. Süreli yayınların yazı kurullarında ise çok sayıda tanınmış yazarın, ozanın adı yer alıyor. İlk bakışta, yapılan işin kolektif bir çalışma olduğunu düşünerek seviniyorsunuz. Sonra öyle olmadığını, bunca adın oraya göstermelik olarak yazıldığını anlıyorsunuz!

Nitelikli yayıncılık, ancak yetkin editörlerin sayısının arttığı ve emeklerinin karşılık bulduğu bir yayın ortamında gerçekleşebilir.

***

HAFTANIN NOTU

Yargıda akıl tutulması

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, Cumhuriyet gazetesi davasında yerel mahkemenin mahkûmiyet kararını onayınca, yedi arkadaşımıza yeniden cezaevi yolu göründü.

Düşünebiliyor musunuz, “müebbet hapis”le yargılanan “FETÖ sanığı” bir savcı açmıştı bu davayı! Akıl almaz biçimde, “FETÖ’ye yardım etmek”ten ceza kestiler Cumhuriyet‘çilere! Şimdi Güray Öz,Musa Kart, Hakan Kara, Mustafa Kemal Güngör, Bülent Utku, Önder Çelik ve Emre İper, böyle bir kumpasla cezaevine gönderilecek yeniden…

Cumhuriyet ve “FETÖ’cülük!” İşte sözün bittiği yer! Belli ki yargıda akıl tutulması yaşanıyor!