Eğitim, siyasal İslam’ın iktidar yürüyüşündeki en kritik alanlardan biri oldu. Devlet aygıtını ele geçirmeden önce “sivil toplum” alanını fethetmeye girişen İslamcılık, okullarıyla, dershaneleriyle, yurtlarıyla, toplumla bağ kurdu; okumak isteyen emekçi çocuklarını bunlar aracılığıyla devşirdi, kadrolarını bunun üzerinden yetiştirdi.

Devlet, kamucu politikaları terk edip eğitim alanından çekildikçe, sosyal devlet olmanın gereklerini yerine getirmedikçe, gereken yatırımları yapmadıkça, boşluğu İslamcılık doldurdu; yatırımlar eğitime yapıldı, bağışlar eğitim adına toplandı, dinsel hegemonya kutsal bir amaca hizmet etme görüntüsü altında böyle kuruldu.

İktidarın ele geçirilmesinin ardından ise, eğitimdeki dönüşüm rejimin dönüşümüne paralel bir şekilde ilerledi; dinselleşmeye, piyasalaşma ve ticarileşme eşlik etti. Eğitim bir yandan “dindar ve kindar nesiller”i, yani rejimin “makbul vatandaşları”nı yetiştirmek için gericileştirilirken, öte yandan neoliberal politikalar doğrultusunda piyasalaştırıldı, metalaşma süreci hızlandırıldı.

Bugün 4+4+4 uygulamasıyla fiilen bütün bir orta öğrenimin imam-hatipleştirilmek istendiğini biliyoruz. Küçücük kız çocuklarının başlarının kapatılarak okula gönderilmelerine nasıl cevaz verildiğini, “değerler eğitimi” adı altında din derslerinin ana sınıfına kadar indiğini, dinsel içerikli dersleri seçmeleri için öğrencilere ve ailelerine nasıl baskılar yapıldığını da biliyoruz.

Yasadışı evlerde, sıbyan mekteplerinde, tarikat ve cemaat evlerinde küçücük çocukların hem zihinlerine hem bedenlerine nasıl tecavüz edildiğini, bu evlere ve buralarda olan bitene nasıl göz yumulduğunu, “sivil toplum”la devlet aygıtı arasında özellikle vakıflar üzerinden kurulan gerici işbirliğini her gün yaşayarak öğreniyoruz.

Ancak belirttiğim üzere, mesele sadece gericileşmeyle, dinselleşmeyle sınırlı değil; kamusal eğitim adım adım tasfiye ediliyor, özel okullara kamu okullarından daha fazla kaynak aktarılıyor, aileler çocuklarını özel okullara göndermeleri için teşvik ediliyor. Yoksul ailelere ise çocuklarını imam-hatiplere ya da “ara eleman” yetiştiren meslek okullarına göndermekten başka seçenek kalmıyor. Organize Sanayi Bölgeleri’nin yakınlarında özel meslek liseleri kuruluyor, böylece sermayeye ihtiyacı olan ucuz işgücü yetiştirilmesi hedefleniyor; üniversite kapıları emekçi çocuklarına kapatılmak, bir tür “kast sistemi” kurulmak isteniyor.

Rejimin eğitim sisteminin ekonomi-politiğinin diğer bir boyutunda ise ders için gereken malzemelerin güya ücretsiz bir şekilde öğrencilere sunulması üzerinden yandaş şirketlere rant aktarımı mekanizması bulunuyor. Kamu kaynakları bu mekanizma aracılığıyla sermayeye aktarılıyor ve bu da “eğitimde kamu harcamalarını şu kadar artırdık” masalıyla topluma sunuluyor. Oysa verilere göre, 2002-2003 döneminde ailelerin bir öğrenci için yaptığı ortalama harcama 720 lira iken, 2014-2015 döneminde bu miktar 4000 lira olmuş durumda. Bu da eğitimde piyasalaşma ve ticarileşmenin boyutunun nerelere vardığını anlamak açısından son derece çarpıcı bir örnek.

Bir diğer boyut ise “aile-devleti”nin malum vakıfları aracılığıyla adeta bir “paralel eğitim sistemi” yaratılması. Eğitim faaliyeti adı altında bu vakıflara belediyelerin en değerli arazilerinin hibe edilmesi ya da komik rakamlarla kiralanması meşrulaştırılırken, yine aynı ad altında bağışlar toplanıyor; devasa kamu ihalelerini alabilmenin yolunun bu vakıflara bağış yapmaktan geçtiğini artık herkes biliyor.

Bunun dışında, okullardan birer minik şirket, öğretmenlerden ise şirket personeli gibi davranmaları ve böylelikle kendi gelirlerini yaratmaları talep ediliyor. Okul bahçeleri otopark olarak kullanılıyor, hatta düğünler için kiraya veriliyor, bağışlarla, kantin gelirleriyle vs. okulların birer ticarethane gibi kullanılması isteniyor.

Eğitim, “rejim”le “düzen”in, gericilikle sermayenin kesişim kümesini oluşturuyor; sömürü de sömürünün meşrulaştırılması da buradan temelleniyor, rejimin ekonomi-politiği buraya yaslanıyor, hegemonyası buradan kuruluyor. Gericilikle sömürü düzeni arasındaki bağlantıyı ifşa etmek ve “rejim karşıtlığı”nı “düzen karşıtlığı”na evriltmek isteyenler için eğitim bugün en önemli kavga sahasını, savaş alanını teşkil ediyor.

Laiklik mücadelesini sömürü düzenine karşı mücadeleyle birleştirmek, toplumsallaşmak, semtlerde, mahallelerde var olabilmek, topluma alternatif bir gelecek sunmak, yani bir karşı-hegemonya kurabilmek için bu alana müdahale etmek, güçlü bir yığınak yapmak ve vakit kaybetmeksizin mücadeleye girişmek gerekiyor. Sadece geleceği kurtarmak için değil, bugünden kurmak için de.