Gerek “Hayır Meclisleri”nde, gerekse Gezi kuşağında, emek kesiminin sorunlarına duyarlı olmakla birlikte bireysel hak ve özgürlükler, yurttaş hukuku daha ön plana çıkmış gözüküyor. Bu kesim, bir ölçüde haklı olarak klasik sol yapılara, mevcut sendikal örgütlenmelere ve derneklere pek sıcak bakmıyor.

Kuşkusuz yeni mücadele formları ve örgütlenmeleri bulmak gerekli. Yalnız bu süreci, kolektif eylemliliğe ve emeğin sorunlarına yabancılaşmadan dönüştürmek daha uygun olur. Nitekim gazetemiz yazarı ve akademisyen Hayri Kozanoğlu da, 16 Mayıs 2017 tarihindeki “Post-Referandum sendromunu aşma kılavuzu” başlıklı yazısında bu konuya ilişkin olarak şunları yazdı:

“Evet, eski parti formlarının, hiyerarşik yapıların genç nesillere hitap etmediğinin farkındayız. Necmi Erdoğan’ın isabetli teşhisiyle, tek adama iradesini teslim etmeyi reddedenlerin, bağımsız ve özgür bir özne olarak kendini ifade etmek isteyenlerin, kolektif aidiyetlere karşı inançsızlığı gibi bir olguyla karşı karşıyayız. Bir ölçüde de olsa, bu tıkanmayı aşabilecek, örgütsel formlar aramak ve bulmak zorundayız. Başka çaremiz yok!”

Yüzde 70’i emekçi
Yeni örgütsel formların bulunmasının yanı sıra büyük çoğunluğu beyaz yakalı emekçiler olan Gezi kuşağı da dahil tüm emek kesiminin somut sorunları üzerinden bir mücadele perspektifinin esas alınması gerekli gözüküyor.

Bireysel hak ve özgürlüklerle birlikte aktif nüfusun yüzde 70’a yakınını oluşturan emek kesiminin sorunlarına sahip çıkmak, o sorunlar üzerinden geniş kitleleri harekete geçirebilmek daha gerçekçi olabilecektir.

Referandumda “evet” oyu kullanan bir emekçi kesim de bulunmaktadır. Emeğin sorunlarını ön plana çıkarttığınız zaman bu kesimin “evet” anlayışı geri planda kalır. Kıdem tazminatının gaspı, kamu emekçilerinin iş güvencesinin kaldırılması, gençlik kesimindeki yoğun işsizlik, taşeronlaşma, sağlık sorunları gibi sıcak gündem maddeleri üzerinden hem AKP iktidarına hem tek adamlığa hem de otoriterleşmeye ve faşizme karşı bir mücadele hattının örülmesi mümkün hale gelebilir.

Beyaz yakalı “evet”çiler
Hayır Beyaz Yaka grubunun referandum öncesi yaptığı bir araştırmada, “Evet ya da kararsız” tercihi eğiliminde olan üniversite mezunu ve çalışan bir kesim muhatap alındı. Bu kesim, referandum dışında şu sorunların gündemde olduğunu ifade etti:

“Terör, Suriyeli göçü, ekonomi, sağlık, eğitim, kadına yönelik şiddet, çocuğun cinsel istismarı, işsizlik, dar gelirlilik, yüksek kiralar.”

Yine araştırma raporunda, şu saptamalar söz konusuydu:

“Solun KHK, ifade özgürlüğü, Kürt sorunu, laiklik ve savaş gündemi, katılımcıların gündeminde değildir. Ancak solun gündemi (emek, yoksulluk, göç, kadın, kentsel dönüşüm, eşitsizlik) katılımcıların da gündemindedir. Ne var ki bu gündem siyasetle ilişkilendirilmemektedir.”

Görüldüğü gibi emek sorunları etrafında AKP yanlısı olabilecek kesimlerin de etkilenebileceği göze çarpmaktadır. 2010 TEKEL eylemlerine katılanların önemli bir kesimi, hatta üçte ikisi, bir önceki seçimlerde AKP’ye oy verdiğini belirtmişti. Bizzat eylemlerde tanık olduğum kimi işçiler, AKP ilçe yöneticisi oldukları halde olaydan sonra kesinlikle AKP’ye oy vermeyeceklerini ifade ederken içlerinden biri de “Beş vakit namaz kılarım. Şimdi de beş vakit komünist oldum” demişti.

Açlık grevi eylemcileri
Referandumun meşru olmadığı yönündeki talebin yanı sıra tek adam yönetiminin kıdem tazminatının fona devrinden memurların iş güvencesinin kaldırılmasına değin emeğe yönelik bir saldırıya neden olabileceğini ön planda tutmak gerekir. Ankara’da kamu görevinden ihraç edilmeleri sonucu günlerce açlık grevi yapan ve önceki gün gözaltına alınan eğitimci Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın eylemlerinin de, özünde bir emek mücadelesi olduğu çok açıktır. Bu eğitim emekçileri, Anayasal çalışma hakkına dayanarak iş iadelerini talep ediyorlar.

Sonuçta geniş yığınların somut sorunlarını esas alan bir emek mücadelesi, diktaya ve faşizme gidişe de set çekebilecek, bireysel hak ve özgürlükleri de teminat altına alabilecek bir potansiyele sahip bulunmaktadır.