Anayasa değişikliği paketine kilitlendik, gidiyoruz. Nereye? Siyaset kendi

Anayasa değişikliği paketine kilitlendik, gidiyoruz. Nereye?
Siyaset kendi gündemini yaratıyor; yaratacak da. Medya bunları “hayati” bir konu haline getirmekte “mahir” olacak; oluyor da. Biz de elimize tutuşturdukları “çiçek dürbünüyle” verilen görüntüleri izliyoruz; başımızı bir o yana, bir bu yana döndürerek.
Tabii dürbündeki manzaralar, hangi siyasetçi, hangi medya grubunu izliyorsanız ona göre değişiyor. Ama ana tema, siyaset dünyasının öne sürdüğü konular. Farklı görüşler dile getiriliyor diye kanmayın. Siyasetçiler kendi gündeminde, medya onları takipte.
Siyasetin önemini, medyanın rolünü nasıl yadsıyabiliriz diye de sorulabilir. İyi soru.
İyi de, siyaseti mütemadiyen Demirel’i, Ecevit’i, Özal’ı, Yılmaz’, Çiller’i, Erdoğan’ı, Baykal’ı konuşmak diye bellemek niye?
Asıl buralardaki ezberler bozulmalı, değil mi?
Sanki siyasetin, toplumsal anlamda yerine getirmeyi üstlendiği hedefler nedeniyle ve bunları yerine getirdiği ölçüde anlamlı ve itibarlı olacağını bilmiyormuşuz gibi.
Örneğin bu toplumun şimdi birincil gündemi bu anayasa değişiklikleri mi?
Anayasa önemli ve 12 Eylül Anayasası’ndan kurtulmak istiyoruz diyelim. Öyleyse niye “toplumsal sözleşme” anlamına gelecek bir anayasa oluşturma yolunda adım atmıyoruz? Hani bugüne dek olan iktidarları halkı küçümsediler, demokrasiye inanmadılar diye eleştirenler, hatta “sivil anayasa” oluşturmak için çaba harcayanlar neden şimdi bunun peşinde değiller?
Hadi bütünü değiştirmek zor diyelim; o zaman da, ilk olarak, bir yandan demokratikleşmeye hizmet edecek, öte yandan toplumsal sorunların giderilmesi ve toplumsal iyiliğin bulunmasına katkı sağlayacak maddelerden başlamak gerekmiyor mu?
Bugün gördüğümüz bu mu? Yoksa, AKP’nin şikâyetlerine yanıt verecek bazı çözümlerle, bazı kesimlerin onayını almaya yönelik (kadınlar, memurlar gibi) küçük değişiklikler mi? Öte yandan getirilen bu küçük değişikliklerin demokratikleşme adına da, farklı kesimlerin istemlerini yansıtma adına da önemli bir adım olduğu söylenebilir mi?
Peki, bu paketi savunanlarla aksini düşünenler arasındaki sonu gelmez atışmalar ve aylarca sürecek “benim görüşüm doğru” kavgaları izleyeceğiz de, bu tartışma ve ayrışmalardan TOPLUM ne kazanacak? Demokratikleşme mi; siyasette yapı ve işleyiş değişikliği mi; kendi gündeminin güç kazanması mı?
İddia edildiği gibi milli irade (toplum) ve demokrasi öncelikli ise başka yollar bulunabilir, bulunmalı da.
Örneğin AKP iktidarı gerçekten demokratikleşmeyi istediğini iddia ediyorsa, Kurucu Meclis oluşturulması gibi veya paketteki maddeleri tek tek oylamak ve referanduma götürmek gibi başka yollar da deneyebilir.
Böyle olmuyor, aksine toplumsal/siyasal enerjiyi tüketecek tartışmalar göze alınıyorsa, sivil vesayet iddiaları da öyle kolayca es geçilemez.
Tabii bu kısır tartışmalar yerine hem temsil hem gündem anlamında toplumu siyasete taşıyacak köklü değişiklikler için, öncelikle toplumun değişimine ihtiyaç var; o da bilinmekte.
Ama toplumun eline tutuşturulan “kaleydoskopu” ne zaman fırlatıp atacağını bilemiyoruz.
Bu nedenle sonunda, içimiz yanarak da olsa, Nazım’ın “kabahatin çoğu senin kardeşim” dizelerine gelip takılıyoruz.
İKİ USTA
Çiçekli dürbünlerin dışına çıkmakta en mahir olanlar, galiba sanat ve sanatçılar. Kuşkusuz kendinden menkul “sanatçılar” değil, gerçekten yaratıcı olanlar.
İster bir resim sergisi, ister müzik veya film, ister tiyatro ile olsun, bize “hayat burada” diye hatırlatmada bulunanlar da, ardından söz edilecek anlamlı ve kalıcı değerleri bırakanlar da oralarda, onlarda.
Bunlardan birini seyrettim birkaç gün önce. Genco Erkal’in Nâzım Hikmet şiirlerinden oluşturduğu, içine resimlerini ve Fazıl Say’ın müziğini kattığı kolaj; “KEREM GİBİ”.
Her iki sanatçıya da, ikisinin birlikteliğine de alışkınız; yeni bir şey yok diye düşünebilirsiniz. Ben de öyle düşünerek gaflete düştüm. Gördüm ki, Nâzım, her okunduğunda keşfedilecek yeni şeyler sunuyor, Erkal’da her seyredildiğinde.
Oyuncunun ustalığı, şairin ustalığına karışmış; ikisini birbirinden ayırmak da zor.
Bu ustalık içinde,  bir yandan Şair’in şiirlerinin güzelliği kadar davasına inanmışlığını, sıcacık yüreği ve insanlığını içinizde duyuyor, bir sele kapılır gibi oyuna dalıyorsunuz; öte yandan Şair’i sunarken kendini unutturmaya, Şair olmaya niyetli sanatçı bu bütünlük içinde “ben de buradayım” diyor.
Kerem Gibi iki ustanın yaktığı ateş, sizi de “yanmaya” çağırıyor. Anayasa paketleri, yargı reformu, referandum derken, “hayat buralarda” diyenler içine düştüğünüz beyhudelikten kurtulmanız için de birebirler.