Onca kavga gürültüyle ve binbir telaşla Meclis’ten geçirilen anayasa değişikliği, ne olduğunu bilmediğimiz birtakım hesaplarla henüz Saray’a gönderilmedi ama daha şimdiden toplumu tam ortasından ikiye bölmeyi, çok derin bir yarılma yaratmayı başardı. Topçu-popçu-türkücü-ihaleci-rantçı-müteahhit-mafya babasından müteşekkil bir cephe de bu sürece dahil oldu ve bir “evet” korosu kurdu.

Ortak özellikleri hiçbir şey üretmemek olan bu asalak güruh, saadet zinciri misali birbirine “Güçlü bir Türkiye için sen de var mısın?” diye soran videolar yolluyor, varlıklarını borçlu oldukları bezirgân saltanatı sürsün diye, evine ekmek götüremeyen, ay sonunu nasıl getireceğini bilmeyen kitlelere, vatan-millet-Sakarya edebiyatıyla propaganda yapıyorlar.

Aralarından bir tanesinin bile değişen maddeleri okumuş, anlamış ve oradan bir sonuca varmış olma ihtimali yok; aralarından bir tanesinin bile bu ülke için iyi, doğru ve güzel olanın ne olduğuna dair bir derdi de bir fikri de yok. Ne var peki? Makam mevki hırsının, cebini doldurma tutkusunun, “Başıma bir şey mi gelir” korkusunun ve güce tapmanın insanı nasıl alçalttığına, nasıl küçülttüğüne, nasıl böcekleştirdiğine dair görüntüler var sadece.

Şu “güçlü Türkiye” dedikleri şeye bir bakalım mesela, nedir güçlü Türkiye, on dört yıl boyunca ne yapılmıştır “güçlü” sıfatını hak etmek için? Bilimsel bir icat mı vardır ortada örneğin, katma değer üreten ve ekonomiyi dışa bağımlı olmaktan kurtaracak bir sanayileşme hamlesi mi vardır? Türkiye tam olarak hangi alanda güçlenmiştir, dünya ekonomisinden aldığı payda bir sıçrama mı olmuştur, eğer öyleyse bu kadar dış borç nedir, bu dövizin hali nedir, bu kadar işsizlik nedir, tarımın, hayvancılığın bitişi nedir?

Türkiye’yi yedi düvel nezdinde kıskanılır bir ülke yapan, yükselişini durdurmak için bir araya gelmelerini gerektiren, dünya siyasetinde, ekonomisinde, biliminde, sanatında kırılma yaratacak nitelikte ne olmuştur mesela son on dört yılda Türkiye’de? Evrim teorisi için “Eskimiş ve çürütülmüş bir teori, okutmak zorunda değiliz” diye göz göre göre yalan söyleyen bir zihniyet, Türkiye’yi hangi alanda “muasır medeniyetler” seviyesine getirmiştir de, şimdi bunu engellemek isteyenlere karşı ikinci bir Kurtuluş Savaşı vermek için bir araya gelip başkanlık sistemine geçmemiz gerekmektedir?

Televizyonlardaki tartışma programlarına “medya komiseri” sıfatıyla katılan ve görevi sadece gözü kapalı bir şekilde yalan söylemek olan, çoğu zaman başı sonu olmayan öznesiz-yüklemsiz cümleler kuran, her üç kelimeden birinde “noktasında” demese konuşamayacak bir şahıs, Türkiye’nin artık batı tarafından kontrol edilemeyen, güçlü bir ülke haline geldiğini şöyle ispatlıyordu geçenlerde kendince: “Osmangazi Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Ilgaz Tüneli, Avrasya Tüneli, Üçüncü Havalimanı… Eskiden bunları hayal bile edemezdik.”

Bütünüyle inşaata endekslenmiş, sıcak para akımlarına bağlı, sürekli dış açık veren bir ekonomide, kalkınmaya, büyümeye, güçlenmeye dair eldeki tek argümanın bu devasa beton yığınları olması şaşırtıcı değil elbette. Dünyada bilimin ve teknolojinin nasıl bir ilerleme içinde olduğunu, kök hücre deneylerinden tutun da uzay çalışmalarına varana dek insanlığın nasıl bir aşamaya geldiğini bilmeyen yığınlara, yüz yıl öncesinin beton teknolojisini ilerleme, medeniyet, bilim diye sunmak da şaşırtıcı değil. Çünkü bunların hepsi “güçlü Türkiye” adlı büyük bir yalanın parçası, yalan üzerine kurulmuş bir saltanatın devamı için buna mecburlar.

Meselenin bilimsel, teknolojik boyutu bir yana, bir de finansal kısmına bakalım. Bu beton yığınlarının ihalesinin kimlere verildiğinden tutun da, nasıl verildiğine kadar ortada muazzam bir rant zinciri var. İhaleleri alanlar bunun karşılığında, kayıt dışı bir takım mekanizmalarla rejimi fonluyorlar mı mesela, bu bir soru; yani ihale bedellerinin bir kısmı “dava” adına bir yerlere aktarılıyor mu, bunu sormak gerekiyor. Dahası Deli Dumrul misali, köprüden geçenin de geçmeyenin de, havaalanına inenin de inmeyenin de müteahhide para ödediği, çünkü devletin “gelir garantisi”nde bulunduğu bir sistem var karşımızda ve toplanan vergilerin nereye gittiğini, kamu kaynaklarının nasıl çarçur edildiğini açık bir şekilde gösteriyor.

“Güçlü Türkiye” dedikleri şey rantın nasıl daha güçlü bir şekilde bölüşüleceğinden ibaret olunca, sonuç da yıllarca yeni-Osmanlı ve hilafet rüyası gördükten sonra, Müslümanlara ABD’ye giriş yasağı koyan Trump’a tek kelime edememek ve “Lütfen arasın artık” diye telefon başında beklemek şeklinde tezahür ediyor doğal olarak. İçeride de dışarıda da bir yalan, bir masal, bir müsamere var dolayısıyla ve biz “Yokuz” diyoruz, ne saadet zincirinin ne yalanın saltanatının bir parçasıyız çünkü.