Kutuplaşma ve ayrıştırma seçim öncesi işe yarıyor. İktidar, karşıtlar yaratarak kitlesini sağlamlaştırıyor. Aynı siyaset, açlık, işsizlik, enflasyon nedeniyle zordaki toplumun ilgisini başka yönlere çekmek için de kullanışlı. Erdoğan, Gezi sonrası, “Benim başörtülü bacım”, “Sözde sanatçılar”, “İnançlarımıza saygısızlık” gibi klişeler icat etti. Bunlarla hayli yol yürüdü; gündem oluşturdu. Fakat bugünü, sadece “Gündem değiştiriyorlar” ve “Seçim için […]

Kutuplaşma ve ayrıştırma seçim öncesi işe yarıyor. İktidar, karşıtlar yaratarak kitlesini sağlamlaştırıyor. Aynı siyaset, açlık, işsizlik, enflasyon nedeniyle zordaki toplumun ilgisini başka yönlere çekmek için de kullanışlı.

Erdoğan, Gezi sonrası, “Benim başörtülü bacım”, “Sözde sanatçılar”, “İnançlarımıza saygısızlık” gibi klişeler icat etti. Bunlarla hayli yol yürüdü; gündem oluşturdu. Fakat bugünü, sadece “Gündem değiştiriyorlar” ve “Seçim için taraflarına oynuyorlar” kolaycılığı ile değerlendirmek iyi niyetli bir yaklaşım. Rejim nihai hedeflerinin şafağında. Gündem değiştirmek de “çantada keklik gördüğü” mahalli seçimlere hazırlanmak da ikinci planda. Şimdi bu yöntem öncelikle muhalifleri, karşısında gördüğü yaşam tarzlarını, kalan “ötekileri” tasfiye etmek için kullanılıyor. Sekülerizm, yaşam tarzı ve alanları daha çok risk altında. Başörtüsü üzerinden yaratılan yapay kavgalar, sanatçıları hedef göstermek, zorlama “Cumhurbaşkanı istemezse rakı içmez, klasik müzik dinlemez” gibi ifadeler ile varılmak istenen yer başka.

Ilımlı olmak ve rejimi meşrulaştırmak farklı

Yaklaşan seçimlere ve “siyasi olmayan bu aktiviteye” değinip, 31 Mart’ı “Çantada keklik” yanından ele alalım. Hem iktidar hem muhalefet tarafına bakalım. CHP İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’nun Erdoğan’ı ziyareti içinde yeterli veri var.

Rejimi değiştirmek için varını yoğunu ortaya koyan Erdoğan, yıllardır Anayasayı da deliyor. Vicdanlarda kapanmayan, “17-25”, “Suriye”, “Bölge yıkımı”, “Roboski”, “Kanlı seçim süreci”, “Gezi’de öldürülen gençler” ile ilgili dosyalar hukuk çerçevesinde de mutlaka bir gün yeniden açılacak. Yine günün birinde 15 Temmuz ile ilgili gerçekçi bir darbe komisyonu da kurulacak. Geçmişten süzülen dosyalar, yenileri ile birleşiyor. Gündemin en çok tartışılan konularından Anayasa’nın 94. maddesini yok sayıp, Meclis Başkanlığı’ndan istifa etmeden İstanbul’a hazırlanan AKP’li Binali Yıldırım’ın durumu.

CHP yönetimi umursamaz. Kılıçdaroğlu’nun söylemleri 24 Haziran’daki; “Yüzde 60’la kazanacağımız bir seçimi niye boykot edelim” sözleriyle benzer: “Yıldırım, nasıl olsa Ankara’ya gelecek.” Parti içinde tek ses de yok. İmamoğlu-Erdoğan görüşmesi böyle bir ortamda gerçekleşti. CHP’li aday, “Yıldırım” konusunda Erdoğan’ı da içine alan bir vurgu yaptı. Mealen ortaya çıkan şuydu: “Ben bilmem büyüklerim bilir.” Anayasa’nın delinmiş olması, CHP liderini de İstanbul adayını da ilgilendirmiyor anlaşılan. “İlkeli olmak” içi boşalmış bir kavram.

İmamoğlu, Erdoğan’ın oyunu da istediğini aktardı ve bu nedenle “Gülümsedi” ifadelerini kullandı. Eksik kapatalım; Gülümsemedi, çok güldü üstelik ağızıyla değil! Siyaseti kutuplaştırmamak ile hukukuz rejime boyun eğip onun parçası olmak arasındaki fark derin. Halkın ayağına ineceğiz, sağ oyları da alacağız planı giderek sağcılaşma, kabullenme ve itaata dönüştü.

Kendini yakmak isteyen çiftçiyi anımsayan var mı?

Seçmenin duruma nasıl baktığı ise çok daha önemli konu. Haber takibinden yola çıkalım. 24 Haziran öncesi Metin Çelik, Malatya, Yenişehir’de, Ziraat Bankası önünde “Borçları ertelenmediği gerekçesiyle” traktöründeki tütünüyle kendini yakmaya kalkmıştı. O dönem muhalefet partisi tarafından gündeme çok getirildi. Peki şu anda durumu nedir. Aktaralım. Bir daha kendini traktörüne yüklediği tütünüyle banka önünde yakmaya kalkamayacak. Çünkü artık banka ile işi kalmadı. Tütünü yok, traktörüne, evine, arazisine haciz konuldu. Arkadaşlarının ağzından birkaç cümle: “Perişan halde, herkese küskün, ‘Beni kullandılar’ diyor!

Çelik oy kullanmayacak. Peki giderse sizce oyunu kime verecek ya da vermeyecek? Tüm işlerde içtenlik şart. Son olarak; Che Guevara’ya da ithaf edilen ancak aslında Boşnak Lideri Aliya İzzetbegoviç’e ait sözü anımsatalım: “Savaşı öldüğümüzde değil, düşmanlarımıza benzediğimizde kaybederiz.” Yazık; o bile eksik.