Halit Çelenk’in meslek hanesi karşısında “avukat” yazıyordu.

Halit Çelenk’in meslek hanesi karşısında “avukat” yazıyordu. Ancak o bir avukatın çok ötesinde anlam ifade edebiliyordu. 1968 Kuşağı için onun “resmi adı” vardı:

-Halit Ağabey!

Dönemin politik gençleri için 24 saat üzerinden 365 gün kapısı çalınabilecek abide bir kişilikti. İnsan hakları savunucusu, hukuk insanı, çizgisinden milim sapmayan bir dürüstlük anıtı ve politik bir şahsiyet…

Çelenk’in adı nerede geçerse geçsin ilk olarak akla “saygı” geliyordu. Çevresinde bir sevgi halesi oluşturmuştu. Ama ona en çok yakışan kavram değişmiyordu:

-Saygı!

Vefatının ardından büyük kızı Serpil Güvenç’i telefonla arayıp başsağlığı dileklerimi ilettiğimde “doğrusunu istersen Nazım” dedi:

-Cenazede gözlerim seni aradı!

Bunu bir sitemden çok bir “yakınlık” ifadesi olarak kabul edip, onur duydum! Çelenk’in başta eşi Şekibe Hanım olmak üzere kızları, damatları Halit Ağabeyin oluşturduğu kucaklayıcı sevgi çemberinin güçlü halkaları oldular.

Halit Çelenk’in yarattığı atmosfer cenaze töreninde daha iyi ortaya çıktı. Onu Denizlere götüren kortejin içinde yer alan siyasi akımların ortak paydası Halit Çelenk sevgi ve saygısıydı. Görünen o ki, Çelenk’in son yolculuğu dışında başka türlü bir araya gelemeyecek olanlar, omuz omuza yürüdüler.

Tıpkı “eski günlerde” olduğu gibi…

1960 ve 70’lerde sol sosyal demokratlar, komünistler, sosyalist sol akımlar güçlü bir birliktelik oluşturabiliyorlardı. İnsani duygular, arkadaşlık dayanışmaları teorik ayrışmaları bir kenara bıraktırabiliyordu. Örneğin Deniz Gezmiş ve arkadaşları THKO’lu idiler. THKP-C’li Mahir Çayan ve arkadaşları sadece Denizlerin idamlarını durdurabilmek uğuruna ölümü göz aldılar. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de biten eylemli yolculuk bu amaç için başlamıştı. On’lar “ahlaki” bir sorumluluk duygusu içinde hareket ettiler.

Halit Çelenk gençlik hareketlerinin bütününü kucaklayan simge bir isimdi. Arkasında bıraktığı iz, dostluk, dayanışma, fedakarlık ayakları üzerinde duruyor. Bu yönü ile Halit Çelenk de yaşayacak.

Tıpkı Denizler, Mahirler gibi…

***

Dersim’in Kara Vagonları
Fare, domuz, kurt, Kürt!

Türkiye’nin “yakın tarihi” bilinmeyenler üzerine inşa edildi. Cumhuriyet dönemi de tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi “saklanmış ayıplar” ile dolup taşıyor. Bilgisizlik üzerinden yürütülen tartışmaların merkezinde bilgi ve belge eksiklikleri yer alıyor.

1937 ve 38’deki Dersim Katliamı da bu cehaletin izlerini taşıyor. Son yıllarda konuya ilgi arttı. Genç araştırmacılar dikkatlerini bu karanlık döneme yönelttiler. Altın Portakal ödüllü yönetmen Çayan Demirel’in “38” belgeseli, Nezahat ve Kazım Gündoğan’ın “Dersim’in kayıp Kızları” adlı çalışmaları toplumun geçmişle yüzleşmesine hatırı sayılır katkı yaptı.

Şimdi de genç yönetmen Özgür Fındık, yapım ortağı Hüseyin Ayrılmaz ile birlikte konuya olağanüstü bir perspektiften bakan yeni bir çalışmayla ortaya çıktılar:

“Kara Vagon- 38 Dersim Sürgünleri!”

Genç araştırmacılar yeni belgeselde Dersim’de görev yapan 108 yaşına ulaşmış olmasına karşın Aşık Veysel’den dizeler okuyacak kadar sağlam belleğe sahip bir askeri bulup konuşturdular.  

Bilgi Üniversitesi’nde gala gösterimi yapılan belgeselde Kürtler üzerindeki önyargıların hiç duyulmamış versiyonlarını öğrendik. Şimdiye kadar en çok “dağlarda yaşayan Türkler sertleşmiş karlara basıp kart, kurt sesleri çıkartarak Kürt oldular” uydurmasını biliyorduk.

Dersim’de görev yapan askerden daha zalimini öğrendik. Operasyonları yöneten bir albay, emrindeki askerlere “evladım dünya da dört tane büyük kötü şey vardır” dedikten sonra sıralıyor:

-Fare, kurt, domuz, Kürt!

***

Kasetli seçim sistemi

Seçim sistemleri değişik adlar altında uygulanıyor. 1960’ların ilk yarısında Milli Bakiye sistemi vardı. Türkiye İşçi Partisi bu sistem sayesinde TBMM’ye 15 milletvekili sokmayı başarınca bir sonraki dönemde (1969) Barajlı D’hondt sistemine geçildi.

İktidarı garanti görenler seçim barajlarına hep sıcak baktılar. AKP de onlardan farklı değil. Ancak AKP sadece seçim barajlarıyla yetinmiyor. Rakip partileri “bel altı” vuruşlarla çökertecek önlemleri de devreye sokuyor.

Milliyetçi söylemle MHP oylarını alamayacağına inandığından “seks kasetli” operasyonlar düzenliyor.

Böylece 12 Haziran 2011 için sandığa yeni bir damga vuruyor:

-Kasetli Seçim Sistemi!
 
***

Mersin bağımsız adayı
Ertuğrul Kürkçü


Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edildikleri 6 Mayıs günü televizyonlar, 68 Kuşağının önderlerinden sağ kalanlarla söyleşiler yaptılar.

En çok sorulan suru şuydu:

-Denizler yaşasalardı ne yaparlardı?

Onların “sahici arkadaşlarına” bakarak bu sorunun yanıtını bulmaz zor değil. Mesela kesintisiz 19 yıl hapis yatan Aydın Çubukçu’nun yönettiği Hayat Televizyonu’na bakarak görmek mümkün… Dönemin DEV-GENÇ Başkanı Ertuğrul Kürkçü’nün (1972’de girip) hapisten çıktığı 1986’dan bu yana hayat rotasını izleyerek de bir sonuca varılabilir.

Aydın Çubukçu, kendisiyle yaptığımız “Politik Baharın Gençleri” belgeselinin finalinde şöyle demişti:

-24 yaşında içeri girdim, 43 yaşında çıktım. Devrime dair düşüncelerim hiç değişmedi!

Ertuğrul Kürkçü ise aynı çalışma içinde öğrenciliğine gönderme yapmıştı:

-Hep öğrenci kalmak isterdim!

Kürkçü şimdi Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğu bağımsız milletvekili adayı olarak Mersin’den parlamentoya doğru yola çıktı. 12 Mart’ta yoldaşları için “idam onayı” verilen Meclise girip kürsüye çıkması, Denizleri idama yollayanları utançlarından yerin dibine geçmesini sağlayacak bir gelişme olacaktır!