Daha Erzincan ve Erzurum hattında ortaya çıkan anlaşmazlıkla Hükümet ve yargı arasındaki çatışmayı hazmetmeye çalışıyorduk ki,

Daha Erzincan ve Erzurum hattında ortaya çıkan anlaşmazlıkla Hükümet ve yargı arasındaki çatışmayı hazmetmeye çalışıyorduk ki, üst düzey komutanların  Balyoz darbe plânı nedeniyle sorgulanmaları ve gözaltına alınmalarıyla karşılaştık.
Kuşkusuz darbe beklentisinin tarihe gömülmesi, ordunun siyasetten uzaklaşması, siyasetin sivilleşmesi ve demokratikleşmesinden yana olmamak mümkün değil. Buna karşın Ergenekon davası ile başlayan süreç içinde gereksiz tutuklamalar, uzun tutukluluk süreleri, amaçtan çok araç olarak kullanılan göz altına alma yöntemleri gibi eleştirilecek çok yan var. Bunlar karşısında çoğunlukla sessiz kalınıyorsa, neden, ortaya çıkan olayların vahameti ve bunlardan arınma beklentisi..
Bunların artık bir sonuca ulaşması da beklenmekte.
Sonuç beklenirken, aksine siyasal iktidarın yargı ile kavgası ve bunun sonunda anayasa değişikliği, yargı reformu, referandum gibi gündemi daha da hararetlendiren konuların ortaya atıldığını görüyoruz.
Oysa şöyle bir etrafa bakmak, herkeste gelecekle ilgili kaygıların büyüdüğünü göstermeye yeter. Haksız da sayılmazlar.
Siyasetçiler, toplumun asıl dertlerini unutmuş (Kürt meselesi, Tekel işçileri, işsizlik gibi), en tepede bir güç savaşına girmiş görünüyorlar. Bu güç savaşından bugüne dek hayırlı bir şey çıktığı da pek görülmüş değil.
Ve ülkenin siyasal tarihi, yalnız darbeler değil, iktidarlarını paylaşmaktan hoşlanmayan ve her fırsatta denetimden uzaklaşma yolları arayan iktidar örnekleriyle dolu.
İki dönemdir hükümette olan AKP iktidarı da farklı değil.
Bu dönemde Anayasa, Türk Ceza Kanunu ve yargılama usulleri gibi bazı yasalarda olumlu yönde bazı değişikliklerin yapılmasını AKP iktidarının olumlu hanesine yazabiliriz. Ancak, bunları AB sürecinin zorladığı değişiklikler olduğunu da, bunların iktidarın gücünü doğrudan etkileyecek değişiklikler olmadığını da görmemek mümkün değil.
Öte yandan bu süre içinde, AKP’nin hassas bir konu olan türban üzerine gitmeyerek toplumsal uzlaşma konusunda hassasiyet gösterdiğini de düşünebiliriz.
Ancak bu dönemi kendi iktidarını güçlendirmek açısından çok iyi kullandığı da ortada. Bu dönemde hemen her alanda kadrolaşma açısından çok şey sağlandığı gibi, dinci cemaat ve tarikatların maddi/manevi güçlenmesi, liberal kesimle demokrasi üzerinde kurulan ortaklığın maya tutması, yasal düzenlemelerde getirilen bazı değişiklikler ve belediyelere verilen destekle toplumun bazı kesimlerinin gönlünün kazanılması açısından da çok şey sağlandı.
Şimdi, bir yandan anayasa ve yargı organıyla ilgili değişikliklerden söz ediyor. Öte yandan içlerinden bazıları, hani hep arka plânda farklı niyetleri olduğuna ilişkin korkular var ya, bu korkuların haklılığını hatırlatan söylemlere yönelmiş durumda.
Daha büyük adımların sırası mı geldi, dersiniz?
Kuşkusuz 1982 Anayasası’ndan herkes şikâyetçi ve değişmeli. Ancak bu değişikliği kim yapmalı ve değişikliklerin yönü nasıl olmalı? Bu konular çok önemli. Bir süredir toplumda yeniş bir anayasa doğrultusunda bazı taslaklar da ortaya çıkmış durumda.
Ve AKP’nin demokratikleşme konusundaki bir “sınavı” da burada.
AKP, bu Meclis’le mi Anayasa’da temel değişikliklere gidecek, yoksa bunun gerektirdiği gibi Kurucu Meclis yolunu mu açacak?
Askerlerin değil de toplumun yaptığı bir sivil anayasadan söz edilecekse, bu iddianın gerçek olması için bu süreçte toplumun gerçekten temsil edilmesine, dolayısıyla böyle bir temsili hassasiyetle yerine getirecek bir kurucu meclise ihtiyaç var.
Oysa anlaşılıyor ki, bu Meclis’le yola devam edilecek ve gerekirse referanduma gidilecek.
İyi de, bu Meclis’in farklı kesimlerden gelen önerileri dikkate alma ve bunlardan hareketle toplumsal mutabakatı gözetecek bir sonuca ulaşma şansı ne kadar?
Veya bu Meclis’te getirilecek değişikliklerin demokratikleşme, erklerin gücünü paylaştırma, şeffaflaştırma, denetlenmesini kolaylaştırma ve yargı bağımsızlığını sağlama yönünde olmasını beklemek ne kadar mümkün?
Referandum ise, bambaşka bir hikâye. Basit bir “evet/hayır” oyu ile kamuoyunun eğiliminin ölçülebildiği net soruların aksine, anayasa gibi bir konuda referandumun  sağlıklı bir sonuç almak mümkün değil.
Bugüne dek anayasalarla ilgili referandumlar gibi, hazırlanacak yeni anayasa için de belki  “evet” oyu alınacak. İyi de, bu evet oyu getirilen anayasaya ne kadar “meşruiyet” sağlayacak? Ya da, bu kabul demokrasi adına ne anlam taşıyacak?
Dolayısıyla kaçınılmaz soru şu:
AKP, durumunu mu, demokrasiyi mi kurtarmak ve güvence altına almak istemekte?