Solun Türkiye’deki serüveninin henüz yüz yıllık bir mazisi dahi yoktur; bir başlangıç arayacak olsak gidebileceğimiz en eski tarih 1920’de Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşudur ve üstelik mazi yüz yıllık dahi değildir ama serüven başlangıcı ve devam edişi itibariyle hep kanlıdır, ölümle damgalanmıştır.

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katliyle açılan perde, Sabahattin Ali cinayetine ve oradan da 60’ların sonundan itibaren solun gerçekten toplumsal bir güç olmasıyla birlikte idamlara, infazlara, kitle katliamlarına ulaşır. Deniz, Mahir ve diğer gençlik liderlerinin katlinden tutun da 16 Mart’a, Bahçelievler Katliamına, 1 Mayıs 1977’ye ve Maraş’a solun payına düşen öldürülmek, öldürülmek, öldürülmek olmuştur.

Ölümün ve elbette ki yanı sıra hapishanelerin, işkencelerin, sürgünlerin damgasını vurduğu bu kanlı tarihe rağmen, sol bu coğrafyada kendini var etmeyi, bu topraklara güçlü bir şekilde kök salmayı başarmıştır. Bugün uluslararası arenada Türkiye denildiğinde akla gelen bilim, sanat ve düşünce insanlarının neredeyse tamamının dünyaya soldan bakan insanlar olması elbette ki tesadüf değildir. Ulusaldan yola çıkarak evrensele varmak sola özgüdür ve bu da solun kendi insanı ve ülkesiyle kurduğu ilişkinin bir sonucudur.

Peki günümüzde durum nasıldır? Sadece son bir yılda iki büyük katliamla, önce Suruç’la ve sonra 10 Ekim saldırısıyla karşı karşıya kalındığına göre, ölümle mühürlenmiş tarih, akmaya devam etmektedir. Ancak bunun da ötesinde, solun toplumsal bağları geçmişte hiç olmadığı kadar zayıftır, sol bugün kamusal alanda görülebilir değildir, siyaseten ise en güçsüz dönemini yaşamaktadır.

Solcuların halet-i ruhiyesini ise “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” cümlesi sembolize etmektedir, solcular günümüz Türkiye’sinde birer yabancı ve hatta sürgün gibidirler. Sürüleştirilmiş kitleleriyle, ahmaklık derecesindeki milliyetçiliğiyle, muhafazakârlığın sahte ahlakının saltanatıyla bugünkü Türkiye, Türkiye solcusunun cezasını çekmek için sürgüne gönderildiği bir cehennemdir adeta ve bu da sözünü ettiğim yabancılaşma halini derinleştirmektedir.

İşte Haziran direnişi, her şeyden önce mevcut hal ve gidişe bir itiraz olması, mevcut Türkiye tablosunu karşısına alması ve “yığın”dan “halk”a geçişin muazzam bir örneğini sunması hasebiyle Türkiye solcusunun yeniden bu topraklarla ve bu topraklarla bir bağ kurmasına, yeniden bir aidiyet hissine sahip olmasına yol açmıştır. Onca ölüme rağmen, direnişe “burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” nihilizminin değil, “burası bizim ülkemiz” sahipleniciliğinin damgasının vurması bunun açık bir göstergesidir.

Kuşkusuz bugün direnişin geri çekilmesiyle birlikte bu his de tekrar azalmış, umutsuzluk ve karamsarlık yeniden egemen hale gelmiştir ama olağanüstü güzellikteki o Haziran günleri hala hafızalarda taptaze bir şekilde yerini korumaktadır. Üstelik bu bir nostalji değildir, bir defa olanın yine ve yeniden olabileceğine, bu sefer daha güçlü ve daha güzel olacağına duyulan inançtır.

Haziran direnişi, direnişe katılan milyonlar bunun bilinçli taşıyıcısı olmasalar dahi, soldadır, solun tarihsel zeminine yaslanmış, meşruluğunu oradan almıştır. Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Ethem’le, Berkin’le, Ali İsmail’le bu zeminde buluşmuştur. Direniş gelenekten geleceğe bir patika açmış, buradan yürünecek demiş, yolu göstermiştir. Direnişin fikri budur, bu Haziran fikridir.

İşte Haziran Hareketi bu fikri harekete geçirme, harekete dönüştürme iradesinin ve fikrinin somutlaşması demektir. Haziran fikri, solun bu topraklardaki kanlı serüveninden “bir yere gitmiyoruz, buradayız” iradesi çıkarmanın, bu ülkeyi yeniden yurt edinmenin ve bizim kılmak mücadelesinin fikridir. Haziran Hareketi de gelenekten geleceğe açılan o patikayı genişletmek, yürümek, yan yana gelerek, çoğalarak yürüme iradesinin somutlaşmış halidir.

Bugün imam-hatipleştirmeye karşı mahalle direnişlerinde, sırtını karanlığa dönen liselerde, çocuk tecavüzcülerine karşı girişilen kavgada, memleketin ağacına, ormanına, dağına taşına sahip çıkma mücadelesinde bu fikrin ve iradenin bir araya geldiği, büyüdüğü, çoğaldığı görülebilmektedir. Yol bulunmuştur ve yürünecektir, birlikte yürüyenlerin yolu açık olsun!