Ülkücüsünden HDP’lisine, İslamcısından sosyalistine, merkez sağcısından Atatürkçüsüne herkesin bir “hayır”ı var, toplumun farklı düşüncelere sahip farklı kesimlerinin farklı nedenlerle “hayır” diyeceği bir referanduma doğru gidiyoruz. Önümüzdeki iki aylık süreçte elbette ki kimsenin “hayır”ıyla özel olarak bir kavgaya tutuşmayacağız, “bizim ‘hayır’ımız sizinkinden daha anlamlı, daha kıymetli” yarışına girmeyeceğiz, buna vaktimiz de, enerjimiz de yok çünkü.

Ancak bu, kendi “hayır”ımızı örgütlemeyeceğimiz, kendi sözümüzü söylemeyeceğimiz, kendi taleplerimizi dillendirmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. “Böyle dersek şunları küstürür müyüz, flamalarımızı dalgalandırırsak şu kesimi ürkütür müyüz, sokakta olursak şunlar ne der” gibi sorular da, ilkelerimizi geri plana atan, apolitik, pragmatist, içi boş “milli birlik beraberlik” hamasetine yaslanan bir tutum da bizden uzak olsun.

Referandum bir fırsat, “hayır”ı örgütlerken toplumu da örgütlemek için çok önemli bir fırsat. Her şeyden önce, Gezi dalgasının geri çekilmesi, sandıkta üst üste yaşanan hayal kırıklıkları, bombalı saldırılar, darbe girişimi, OHAL derken, giderken umudunu yitiren, memleketle bağlarını koparan, kabuğuna çekilen, yılgınlığa düşen milyonların yeniden politize olması, yeniden ülkesini sahiplenmesi, yeniden kendi kaderine sahip çıkması için iyi bir fırsat bu süreç.

Dahası, Gezi dalgasıyla birlikte kitleselleşme, toplumsallaşma, aktörleşme, özneleşme olanağını yakalayan ama bunu hem kendinden kaynaklı hem de dışsal birtakım nedenlerle başaramayan Türkiye solu için de ciddi bir şans referandum süreci. Sol, referandum sürecini iyi ve doğru bir şekilde değerlendirirse, doğal tabanını oluşturan kitlelere seslenme, onlarla bağ kurma, bir araya gelme, kolektif bir iradeyi yaratma şansına sahip olabilir. Yılgınlık ve umutsuzluk içinde olan ama bir yandan da gidişata dair bir öfkeyi biriktirmeye devam ettiği görülebilen ve asla küçümsenmemesi gereken bir toplamı örgütleyebilir, harekete geçirebilir, onlarla birlikte kendisini de bir güç haline getirebilir.

Az önce söylemiş olduğum üzere, bu diğer “hayır”larla özel olarak kavga etmeyi gerektirmez ama kendi “hayır”ını farklılaştırmayı, öne çıkarmayı, o “hayır”ı memlekete bakışınla birleştirmeyi, halka bütünlüklü bir perspektif sunmayı ve hem referandumun ertesi gününe uzanan hem de sandığı aşan bir “ne yapmalı” sorusunu gündeme getirmeyi gerektirir. Ancak bu şekilde sandıktan “hayır” çıkması durumunda ertesi gün bir üst aşamaya nasıl geçeceğimiz üzerine düşünebiliriz ya da “evet” çıktığında esecek umutsuzluk dalgasına karşı ne yapmamız gerekeceğini planlayabiliriz çünkü.

Peki bizim “hayır”ımızın üzerine inşa edileceği zemin neresidir, vurgumuz tam olarak, neye, nereye olmalıdır? Sayısal açıdan bakıldığında, referandumun kaderini belirleyecek çoğunluğa sahip olmadığımızı biliyoruz, bu yüzden de sırtımızda bu anlamda bir yumurta küfesi taşımıyoruz, elimiz rahat. Başta da söylediğim üzere “şunlar ne der, bunları küstürür müyüz” diye düşüneceğimiz bir durum söz konusu değil, önemli olan kendi “hayır”ımızı güçlü kılmak, “hayır”ı örgütlerken, toplumu ve sandıktan sonrasını, yani “bahar”ı da örgütlemek.

Tam da bu nedenle, iktidara dair bakışımız, “hayır”ımızın da zeminidir ve biz bu iktidara baktığımızda dinselleşme, piyasalaşma ve otoriterleşme üzerinde yükselen bir rejim hayal ettiklerini görüyoruz, bu anayasa değişikliği sürecini de inşa edilen rejimin anayasal bir statüye kavuşturulması girişimi olarak değerlendiriyoruz. O halde “hayır”ı örgütleyeceğimiz yer burasıdır, toplumun nasıl dinselleştirildiği, sömürünün nasıl derinleştirildiği ve ülkenin kaderinin nasıl tek adamın iki dudağı arasından çıkacak sözlere bağlandığı sözümüzün, “hayır”ımızın gövdesini teşkil etmelidir ve buradan yürünmelidir.

Hızla yoksullaşan kitleler, özgürlüklerini tehdit altında gören kitleler, gericileşme dalgasından rahatsızlık duyan kitleler, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal hassasiyeti olan kitleler, yani toplumun kültürel olarak merkezinde bulunmakla birlikte, en suskun ve en örgütsüz kesimi. Gezi sonrası bir yenilgi hissiyatı yaşayan ve hem umutsuzluğu hem karamsarlığı derinleşen bu toplam, önümüzdeki iki ay boyunca en kolay ulaşabileceğimiz, ilişki kurabileceğimiz, bir araya gelip bir araya getirebileceğimiz toplamı oluşturuyor.

Sandık ötesine uzanan, sonucu ne olursa olsun referandumdan bir gün sonra ne yapacağı üzerine kafa yoran, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, laiklik üzerine inşa edilmiş bir projeyi hayata geçirmeyi amaçlayan, bunun için de öncelikli kendisinin kitleselleşerek ve toplumsallaşarak güç haline gelmesi gerektiğini bilen bir kolektif irade yaratmak, yani “hayır”la birlikte, baharı da örgütlemek… Türkiye’de zaman hızlanmışken ve ciddi birtakım kırılmalar kapıdayken, öncelikli görevimiz, öncelikli işimiz budur.