Behçet Aysan şiirine ‘Sivas Katliamı’ dahildir! Nasıl şaşmaz insan, bir büyük şairden çok yaşadığına. Oysa o alevleri ekranda gördüğümde benden uzaktı, büyüktü ve kanayarak gözyaşlarım, ağlamaktaydım

Hep yoldaş hep mert  hep devrimciydi

Şairlerin bir zamanı vardır, artık iyice öğrendim bunu. Rastlantı deyip geçemeyeceğiz bu buluşmalara. Eğer öyle olsaydı, gereksinim duyduğumuz an, mutlaka karşımıza dikilmezlerdi. Metin Altıok şiiriyle geç buluştum. Adını, birkaç şiirini bilirdim hep. Şimdi dönüp bakınca, içten içe bir yakınlık duyduğumun da farkındayım. Yine bir türlü tüm şiirlerini okumamışım. Derinlerine dalmadan o imge, ses dünyasında, şair sırlarını açmaz ki! Zamanı gelince o da oldu.

Behçet Aysan anahtarım, Altıok oldu. Ortak yazgıyı paylaşmış olmaları bir anlamda aynı sofraya oturmamıza neden oldu. Bambaşka iki lezzet; ama mutlaka aynı yemekte tadılmalı. Şairin düşün evrenini kavramak zorlu bir çabadır. İçinde bulunduğu çevreyi, toplumsal olayları ve elbette birey olarak yolculuğunu bilmeksizin tüm dizeleri yarım kalır. Bir yanıyla şunu söylemek mümkün; Altıok ve Aysan birbirini tamladı. Üstelik bize ‘veda’ ediş biçimlerinin kederli bir dize olacağını önden söyleyerek.

her şeyin
hüzne vurulduğu yerde
bütün saatlerin,
kuzguni bir denizi
çoğaltarak
hayat
acıtıyordu beni.

Behçet Aysan’ın yaşam sevinciyle dolup taştığını şiirinden hemen kavrarsınız. Nedense ‘yaşamak’ deyince bizde, salt olumlu olaylar akla gelir. Daha doğrusu yanına ‘sevinç’ sözcüğü gelince… Behçet Aysan yaşam öyküsünde, sadece gülerek, mutlu anlarla yaşamın eksik kalacağını gösterir. Direncin, kavganın, mertçe vuruşmanın sevinçli bir yaşam için ölçüt olduğunu gösterir. Bana kalırsa şiirinin gövdesi bunun üstüne kuruludur. Hesapsız sevdiklerin, memleket ve adalet için vuruşmak. Aşkla…

Zoru kolay eyledi

Her okur, bir şairle buluşunca kendi şiirini kurmaya başlar. Kilitler açıldıkça, yepyeni bir evren içinde yolunu
arar şiir tutkunu. Yalın, açık, apaydınlık dizelerin yazarı Behçet Aysan. Zoru kolay eylemiş. Öyle bir hale gelmiş ve rafine olmuş ki şiiri, tek bir sözcüğün dize olacağını kanıtlamış, zorlamadan. Kendi sesini bulmuş çarçabuk. Üstelik gümbür gümbür haykıran bir adamın sesi bu. Şiir, şairin yaşamından bağımsız değil. Toplumsal duyarlıklar, incelikli dokunuşlar, bize büyük bir ağıt gibi gelir bazen. Çokça, çocuğun sadeliğinde söyleyişleri var. Üstelik yaşamına dönüp bakınca, tam da o büyümeyen çocuğun gülümsemesi görünüyor…

Sınıfın şiiri ayrıdır

Askeri bir okulun şaire yetmeyeceği belli… İstanbul’da, boğazın en güzel yerinde öğrenci olmak benzersiz bir olanak, o ayrı. Dostlarıyla her tür hınzırlığı yaparken, aşkların da keşfi başlamış, kitapların o kendine has kokusu, boğazın geniz yakan hür esintisi ve şairce ilk duyuşlar. Tamamı Behçet Aysan… Varlıklı insanların şiiriyle, orta sınıf olanın, hele yolu solculuğa düşeninki farklı oluyor. Kavgaya girince; coşkun duygular, çoğu zaman şiire çelme takar. Buradan kolay kurtulmuş şair. Duyguların fırtınalı olduğu yıllarda, kavganın alabildiğine yoğun günlerinde sanatından asla ödün vermiyor. Şairce bir sezgidir bu. Eğer gereğince özen göstermezsen şiir bırakır gider şairi. Zorlamaya ve salt siyasal kaygılara boyun eğmez şiir. Zorlu işçilik ister.

Uzun içki gecelerinin öyküleri bitmez. Sayfalar dolusu taşar. İnsan derin, tuhaf çelişkiler toplamı işte. En çok şiir olanak verir bu arsızlığa, belki huysuzluğa demeli! Bir yandan yüksek çarpıntılı aşkların peşinden koşmak, öte yandan sıcak çorba güveni veren aileye sığınma ve dahası siyasal mücadelede saf tutma isteği bir arada olur mu? Sormaz ki bunu şair. Bir ruh hekimi olarak şairce yaşamak ayrıca ironinin en güzelidir; azgın ruhunu şiiriyle dindirmeye çabalarken… Ruh sancısı süren insana soluk olmak mümkün mü?

Şair yumruğunu vurur

Acılı halklar büyük şairler verir. Bazen şairin kendi acıya döner. İkisi de geçerli Behçet Aysan’ın yaşamında. Şiirinin gücü dirençli halkları kavramaktan geçiyor bir yandan, öte taraftan kırık kalbinden. Ama yüklü, asla vazgeçmediği bir umudu serpmiş her dizeye. Kana kana ve ısrarla yaşama iddiası var şairin. Okudukça kederin üstünü silen ve derinden gelen bir ses bu! Belki beni en çok çeken de bu oldu. Boyun eğmeyen, acısını içine, kadehlere, dostluğa, sevgiliye akıtan bir şiir… Direncin şiiri inatla…

12 Eylül memleketin üstüne çöker… Karanlığına isyandadır şair, her yerde gösterir bunu. İşkenceden gelen bir tutsağa sahip çıkıp getiren jandarmaya tokadı patlatır Aysan. Şimdi, uzaktan bakınca “ne var bunda” diyen çıkacaktır. Oysa askerin postalıyla devrimcilerin onurunu çiğnemeye kalktığı günlerden söz ediyoruz. Karar anıdır bu. Ya şair yumruğunu vurup haysiyetli insanlar için dövüşe girecektir, ya susup şiirini tükürecek, bir daha tek dize koyamayacaktır hayata… İçi içine sığmaz. Ankara sokaklarıyla söyleşir… Memleket hapishaneye dönmüş, çok zaman yürek sızıyla atmıştır. Şiirini buradan kurar usulca. Kavganın güçlüğüne feda etmez dizeleri… Oradan beslenir…


Aysan, Uzun yıllar hekimlik yaptığı muayenehanesinde...


Ceyhun Atıf Kansu Şiir Ödülü töreninde...

Bir çağrı, bir davet…

Metin Altıok kendini ve belki şiirini alkolle avutmak isterken, bir arkadaşıyla gelir Aysan’a. Tedavi edilecektir. Behçet şair, Metin şair… Eminim tedavi aynı dizenin peşinden koşmak, yargıçlık etmeden birbirine sığınmaktı onlar için. Şair içindeki çocuğu yaşatır, hayalindeki sevgilinin peşine takılır. Düş kırıklığı dediğin yaşam biçimidir. Çoğu zaman kolu kanadı da kırıktır… İki gölgeyi izleriz ayazlı Ankara gecelerinde… Dostlukların sınav günleri vardır, mutlaka gelir ve hesap kesilir. Onlardan geriye görülmemiş ne bir dize, ne bir nefes kalır. Ölüme birlikte yürürler de, sırlarını açmazlar kimseye…

daralınca senin gökyüzün
daralacaktır benimkisi de.
kalbinin gümbürtüsü hep yanı
başımda
hep yanı başında, kalbimin gümbürtüsü
arkadaşım benim
pıhtılaşmış
şarap
gibi

‘Duello’ diye kitap ismi olur mu, diye düşünen çıkabilir. Pek şiirli bir sözcük değil sahiden. Ama bir yazgının tarifidir bu! Bizim memlekette pusu kuranlara inat, bir çağrı, davet, kafa tutma hali. Yüz yüze olmak cesaret ister, sesini gür biçimde ortaya bırakmak ve arkasında durmak yalpalamadan. Akşam kızının beklediğini bilerek, sevinçle ona koşan baba pusu kurmaz zaten. Ama okura ve insanlığa nasihat eder. Anlamak isteyene, okura ve yazara… Peki ya o koyu karanlıkta boğulmayı yeğleyen güruha şiir ses verir mi? Hiç emin değilim…


Ercan Kesal ve Behçet Aysan

İnsanı diri diri yakanlar

Gericilik, yobazlık çoğu zaman zihinlere pranga olur. Ummadığın yerden çıkar gelir de, şaşar kalırsın… Tüm bir kuşağın kederini birlikte yoğurur, sağaltır ve dize dize akıtır Aysan… Bir özgün adamdır duruşuyla, gülüşüyle ve bir gün kendini yollara koyuşuyla…

Artık Aysan şiirine ‘Sivas Katliamı’ dahildir! Kendi sonunu bilir, söyler şair. Tuhaf ama öyle… Benden genç ölmüş. Nasıl şaşmaz insan, bir büyük şairden çok yaşadığına. Oysa o alevleri ekranda gördüğümde benden uzaktı, büyüktü ve kanayarak gözyaşlarım ağlamadaydım. Zaman ilerledi. Artık yaşlıyım Aysan’dan, şair Tuğrul Keskin’in dediği gibi. Ne çok ağabeylik, yoldaşlık, dostluk etmiş de yanmış Sivas’ta şair. Yakanlar, onu tanısalar severlerdi, diyesim geldi bir an, vazgeçtim sonra, insanı diri diri yakan, kimseyi, evladını bile sevemez…

Sofraya eklenen lokma

Şair kızları hep dirençli çıkıyor. Babası çalınmış Eren; eşinin acısına yenik düşmeden hemen önce soruyor annesine; “Babamı çok mu sevdin?” diye. Yanıt yüreği dağlar; “Sen olsaydın, sen de severdin” diyor kadın… Sevgilinin ardına düşerek, gönüllü yanmaktır bu. Uzaktan bakınca güç görünen bu adamların, bir adım yakınına varınca; buğulu gözlük camı, gamlı sesi, coşkulu yüreği, gümbürtülü sevdasını bulmak zor değil… O kadınlar bir çocuğu bıkmadan sever gibi tutulur şaire… Sevgili; her gece üstünü örter sanki… Bekler uyusun diye…

Birinin ardından yazdığımı düşünmedim doğrusu. İmgesi ve gülüşü canlı bir şaire ihanet olurdu bu. Nedense öfke, keder türü duygulardan değil hissettiğim. Fazlası, isyana yakın ama eksikli. Kayıp ama bencilce; dostu, kardeşi, yoldaşı olmak ister gibi. Şaire seslenmek zordur ama elime kalemi aldım, yazdım da yazdım, seslendim…

Tuhaftır… Hep onlardan aldığımızı fark ettim. Ankara’da “Behçet Aysan Şiir Ödülü” için hazırlık yaparken, dost Çiğdem Erken’le bir armağan olsun istedik. Diyesim; bir damla olmak şu karanlık yangına… Elde midir, mümkün mü? Güç bunu sezmek… Şair bir yol açıyor, sezgiyle o adımı takip ediyor bir başkası… Bizimki bu yoksul sofrasına eklenen bir lokma…

kalın sesli, koca yürekli, hep öfkeli
bir eflatun ölüm peşinden gitti
iki kadeh parlayan meyhane
gecesinde
hep yoldaş, hep mert, hep
devrimciydi
karanlık bir el vurur şairleri
kan içinde kaldı şimdi dizeleri
şiir özlenir mi, uzak bir sevgili gibi
bereket doğar imge çileli bir ana gibi