Türkiye ekonomisi uzun bir süredir hasta. Liberaller dışında hemen hemen herkes bu gözlemde hemfikir. Hatta bu hastalığa geçtiğimiz günlerde bir de isim konulmuş durumda. Gerçi...

Türkiye ekonomisi uzun bir süredir hasta. Liberaller dışında hemen hemen herkes bu gözlemde hemfikir. Hatta bu hastalığa geçtiğimiz günlerde bir de isim konulmuş durumda. Gerçi hastalığın ismi bilinmedik değil ama teşhis yeni. Teşhisi koyan ekonomist Dr. Ali Nail Kubalı. Kubalı 5 Eylül 2008 tarihli Gözlem gazetesine verdiği demeçte, bugün Türk ekonomisinin “Hollanda Sendromu” olarak tanımlanan hastalığın pençesinde olduğunu belirtiyor. Bu tespiti tartışmadan önce, geliniz iktisat yazınında “Hollanda Sendromu” ya da “Hollanda Hastalığı (Dutch Disease)” adı verilen bu terimin (kavram) yazına nasıl girdiğini yakından görmeye çalışalım.

60’lı yılların sonunda Kuzey Denizi’nde zengin doğal gaz yatakları bulan Hollanda OPEC krizin patladığı yıllarda ciddi bir döviz girişine sahne oldu. Ülke kısa dönemde büyük bir zenginliğe kavuştu. Ancak kısa bir süre sonra ülke parası Florin yaşanan döviz bolluğu nedeniyle aşırı değerli hale geldi. Aşırı değerli ulusal para ithalatı patlatırken rekabete açık sanayi ürünleri ihracatının sınırlı düzeyde kalmasına neden oldu. Ve böylece Hollanda sanayisi önce rekabet edemez sonra üretemez hale geldi. Yazında bu durum “sanayisizleşme süreci” olarak tanımlanıyor. Yani, doğal gazın keşfiyle başlayan zenginleşme süreci sanayisizleşmeyle son bulmuştur. İşte bu durum, yazında “Hollanda Sendromu” ya da “Hollanda Hastalığı olarak anılır oldu.

Bu terimin açıklamaya çalıştığı olguda kritik değişken döviz bolluğu sonucu ulusal paranın aşırı değerli hale gelmesidir. Kimi ülkelerde bu döviz bolluğu doğal gaza (60’lı yılların sonunda ve 80’li yılların başında Hollanda’da olduğu gibi) kimilerinde ise petrole (70’lerde Norveç’in Kuzey Denizi petrolünü keşfederek zenginleşmesi, OPEC krizi sırasında OPEC ülkelerinin zenginleşmesi, günümüzde petrol fiyatlarının yükselmesi sonucu petrol üreticisi ülkelerin gelirlerinin artması örneklerinde olduğu gibi) veya doğal kaynak dışı stratejik bir mala (Brezilya’daki kötü hava koşulları ve Guatemala’daki deprem nedeniyle 1975’te dünya piyasalarında ortaya çıkan kahve kıtlığı sonucu kahve üreticisi Kolombiya’nın zenginleşmesi, günümüzde dünya gıda fiyatlarının artması sonucu bu ürünlerin üreticisi ülkelerin gelirlerinin artması örneklerinde olduğu gibi) sahip olmasının bir sonucudur. Görülüyor ki, örnek bir vakadan bir terim (kavram) türetiliyor ve örnek vakalar başka ülkelerde yinelendikçe terim yazında giderek yaygınlık kazanıyor.

Yapılan ampirik çalışmalar, işçi dövizleriyle dış yardımların da benzer sonuçlar yarattığını gösteriyor. Yani, Hollanda Hastalığı’nı tetikleye bilecek faktörlere her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Bu faktörlerden herhangi birinin tetiklemesiyle ülkeye birden döviz yağmaya başlıyor, ardından ülkenin ulusal parası aşırı değerleniyor. Bu ise, ülkenin uzmanlaştığı alana bağlı olarak sanayi ürünleri ihracatını veya tarım ürünleri ihracatını veyahut her ikisini birlikte sekteye uğratıyor. Ve sonunda başta tarım ve sanayi olmak üzere pek çok sektör çöküntüye gitmiş oluyor.

Özetle bu hastalık sonucu, bir şekilde döviz zengini olmuş ülkeler kısa bir bolluğun ve refahın ardından yoksullaşan ülke konumuna hızla geliveriyorlar.

Geliniz, Türkiye’nin bu konumda olup olmadığının tartışmasını gelecek yazıya bırakalım.