Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

İncelikli duyarlıkların bilge ozanı Hüseyin Atabaş da uçup gitti dünyamızdan! Türkçenin emekçisi, şiirimizin gürültüsüz sesiydi o… Son zamanlarda sayrılıklar iyice bükmeye başlamıştı belini. Acı çekiyor, sürekli sağaltım görüyordu. 26 Şubat’ta ölüm haberi geldi. Kabullenmek çok zordu biçim için. Yüksel’de, Konur Sokağı’nda bastonuna dayanarak ağır ağır yürümeye çalışan, Mülkiye Kafe’de dostlarıyla söyleşirken gözlerinin içi gülen o […]

İncelikli duyarlıkların bilge ozanı Hüseyin Atabaş da uçup gitti dünyamızdan!

Türkçenin emekçisi, şiirimizin gürültüsüz sesiydi o…

Son zamanlarda sayrılıklar iyice bükmeye başlamıştı belini. Acı çekiyor, sürekli sağaltım görüyordu. 26 Şubat’ta ölüm haberi geldi. Kabullenmek çok zordu biçim için. Yüksel’de, Konur Sokağı’nda bastonuna dayanarak ağır ağır yürümeye çalışan, Mülkiye Kafe’de dostlarıyla söyleşirken gözlerinin içi gülen o çelebi insanı göremeyecektik artık!

Biz Atabaş’la gençlik yıllarımızda Ankara’yı yurt edinmiş iki “Trabzonlu Delikanlı” idik. “Kıyı” dergisindeki yazısında, “Attila Aşut dostumu, 1963-1965 yılları arasında iki yıl kaldığım memleketim Trabzon’dayken tanımıştım” dediğine göre, en az 56 yıl öncesine dayanıyor dostluğumuz. Sevgili Atabaş’la onca yıl hiç kopmadık birbirimizden. Birlikte gezilere çıktık, etkinliklere katıldık. Edebiyatçılar Derneği adına “Sivas Kitabı”nı hazırlarken de yine birlikteydik.

Evet, hemşeriydik ama karakterimiz biraz farklıydı. O, çok yumuşak huylu bir Karadenizli idi; kolay kolay öfkelenmezdi. Sinirleri alınmıştı sanki. Sessizliği, dinginliği şaşırtırdı bizi. Ortak dostumuz Ahmet Özer de gömütü başında konuşurken, “Bir Trabzonlu olarak bu kadar sakin olabilmesine hep şaşmışımdır” demiş haklı olarak. Atabaş’ın çok sevilmesinde, kuşku yok ki onun bu yumuşak tabiatının payı büyüktü.

Hüseyin Atabaş’ın şiiri de kişiliği gibi duru ve saydamdı. “Yaşama, aşka ve umuda tutunarak yürüyen sessiz bir gezgin” demiştim onun için. O da “zamanın fanusunda özgür bir gezgin” görüyordu kendini zaten.

Ozanlığının yanı sıra iyi bir dil işçisi ve deneme yazarıydı. Türkçeye kafa yormuş, dil yazılarından oluşan “Dilin Gizilgücü” adlı bir de kitap armağan etmişti bize.

Kısa süre önce, gözden geçirmem için “Türkçe, Yaralı Dilim” adlı dosyasını göndermişti bana. Altbaşlığı “Dil Üzerine Denemeler” olan ve ilk baskısı 2003 yılında TÖMER’den çıkan kitabını genişletmiş ve yeni eklerle zenginleştirmişti. Keşke yaşarken görebilseydi basıldığını! Araya sağlık sorunları girince öylece kalmıştı. İlgi duyan bir yayınevine, ailesinin de iznini alarak vermek isterim basıma hazır bu dosyasını.

Hüseyin Atabaş’ın unutulmaması gereken özelliklerinden biri de örgütçülüğü idi. ANYAZKO (Ankara Yazar ve Çevirmenler Yayın Üretim Kooperatifi), Edebiyatçılar Derneği ve BESAM’ın (Bilim ve Edebiyat Eserleri Sahipleri Meslek Birliği) kurucuları arasında yer almış; yıllarca Ankara Üniversitesi Türkçe Öğretim Merkezi TÖMER’de çalışmıştı. Yazın dergilerinin de özverili bir emekçisiydi.

Hüseyin Atabaş’ın mutlu öldüğünü düşünüyorum. Çünkü yaşarken görmüştü sevilip sayıldığını. Dostları hep onurlandırmıştı onu. Son dönemde Zerrin Taşpınar ve Nevin Koçoğlu’nun önayak olmasıyla birkaç etkinlik düzenlenmişti Ankara’da. Dergiler özel sayılar yayımlamıştı onun için. “Kıyı” dergisinin “Şiir Emek Ödülü”nü de 20 Mayıs 2017’de Ankara’da düzenlenen törende benim elimden almıştı. 

Bir yazımda belirttiğim gibi, “hüznünü iyice inceltmiş, iç sesini derinleştirmiş, her şeye iyimserlikle bakan, bilgelik postuna oturmuş” bir ozan yaşıyordu aramızda. 27 Şubat günü Ankara’da yıldızlara uğurlandı. Artık şiirleriyle yaşayacak…