Bu ülkede hepimizin kapısı, her an çalınabilir. Geçen gün sosyal medyada: “Can Dündar ve Erdem Gül teröristse, hepimiz teröristiz” diye yazdım. Bu ironi değil, hakikat! Dün İlhan Abi, Türkan Saylan Hoca, Ali Tatar ve diğerleri için nasıl savaş verdiysek, yine vereceğiz. Liberal savrulmaları olanlara inat, “Kandırıldık” diyenlere kulak asmadan ve aydınlanmaya inanarak!

Cumhuriyet gazetesi ile tanışmam ortaokul sıralarına rastlar. 12 Eylül Darbesi’nin ardından korku iklimi alabildiğine hüküm sürerken, gözü pek, inatçı kalemleri okumak gençlik isyanıma denk düşüyordu. Bir yandan öğreniyor, öte taraftan kimlik ediniyordum. Sosyalistler zindanlara sıkışmış, darağaçlarında can verirken sadece Cumhuriyet vardı buna itiraz eden. Kürt bölgesinde yakılan köyleri, köylüye yedirilen dışkıyı, alabildiğine piyasaya teslim edilen Türk-İslam tezlerini en yalın biçimde okuyordum gazetemden. Üstelik en güzel dil ile yazılmış metinlerdi bunlar.

iki-teroriste-acik-mektup-can-ve-erdem-e-92204-1.AYDINLIĞIN GAZETESİ...

Her sabah Uğur Mumcu’ya koşardım hızla. İslamcı hareketlerin nasıl örgütlendiğini, derin devletle nasıl işbirliği yaptıklarını ve devletin tüm organlarına sızıp sinsice ‘şeriat’ düzenini nasıl kurmaya çalıştıklarını yazdı. ‘Rabıta’ ilişkilerini ortaya çıkardı ve bunu yaptığı için bomba kondu aracına, bedeni paramparça olarak can verdi. Bu Cumhuriyet gazetesinin başına gelen ilk felaket değildi elbet. O 12 Mart’ın “Sakıncalı Piyadesi”ydi. Hayat boyu bu aydınlık olma sakıncasını omzunda, bir paye gibi taşıdı.

Mustafa Ekmekçi işçiden, emekçiden söz eder; o baskı döneminin faşist ortamında örgütlenmeye çağrı yapardı. Mehmed Kemal bilge yazılarıyla meselelerin ardını gösterir, derin edebiyat zevki ve hınzır diliyle okuru düşünmeye ortak ederdi. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu pazar günleri hukukun ne demek olduğunu, siyasal çözümlemenin nasıl yapılması gerektiğini özgün üslubuyla anlatırdı bize. Oktay Akbal birbirinden lezzetli, edebiyatın imbiğinden süzülmüş makaleleriyle ışık tuttu yolumuza. Melih Cevdet, bilgeydi ve şiirden felsefeye, tarihten güncel meselelere yolculuğa çıkarırdı okurunu. Ali Sirmen hep genç kaldı. “Barış Davası” sanığıydı o. Yaşam sevincini yitirmeden, en acımasız gündemi bile, diyalektik duyarlılıkla tahlil etti, gülümsetti bizi… Çünkü Cumhuriyet gazetesi ‘Aydınlanma’ demekti ve bu memleketin en çok buna ihtiyacı vardı. Ve aydınlığın, laikliğin, bilimin, özgürlüğün düşmanları hep saldırdı Cumhuriyet’e!

iki-teroriste-acik-mektup-can-ve-erdem-e-92205-1.VE İLHAN SELÇUK...

Ve İlhan Selçuk… Gazetenin en çok tartışılan ismi oldu hep. Bana kendisi anlattı; Nadir Nadi Bey’in davetiyle katılmış gazeteye. Önce ikircikli bir süreçten geçmiş ve Nadir Bey’e, “Beni bu gazetede yaşatmazlar, tuttuğum yolu sevmezler” demiş. Nadir Nadi: “Seni Nadir Nadi davet ediyor, farkında mısın?” diye kestirip atmış ve Selçuk katılmış gazeteye. O günden sonra her çalkantıda en öndeydi İlhan Abi. Ben son yıllarında tanıdım ve söyleştim. Hayatımda gördüğüm en ilginç isimdi. Cumhuriyet gazetesinde nasıl kaynayan kazanlar olduğunu biliyordum zaten. Meğer İlhan Selçuk olmasa işler iyiden sarpa saracakmış. Bir gün İlhan Abi’ye: “Cumhuriyet gazetesinin de az günahı yok. Ne kadar aydınlanma, Mustafa Kemal düşmanı varsa buradan yetişme” dediğimde, gülmüştü. Hasan Cemal’in “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” kitabı yeni yayımlanmıştı. Her yerinden düşmanlık akıyor, bir dönem ele geçirdiği gazeteyi kaybetmenin intikamını İlhan Abi’ye, Nadir Bey’e saldırarak alıyordu. Bir utanç vesikası olarak durmakta hâlâ! Oral Çalışlar en kinci yazılarını, devrimciliğe ihanet eder biçimde kaleme alıyordu köşesinde. Aydın Engin onunla yarışıyor, kin kusuyordu. Cumhuriyet Ailesi’nden ne çok düşman çıkmış meğer… Say say bitmez… AKP daha iktidara geldiği an Cumhuriyet gazetesi hemen “Tehlikenin Farkında Mısınız?” dedi. Cumhuriyet düşmanları kumpas davalarını desteklediler ve İlhan Abi’yi çete başı ilan ettiler. Yarım kalmış işleri vardı. Seksenine gelmiş İlhan Selçuk’u zindana göndermek istiyorlardı. Selçuk; postalcıydı, darbeciydi… Geçmişte bu işlere yeltenmiş bir türlü becerememişti! Böyle yazıyorlardı Taraf’ta, Zaman’da, Yeni Şafak’ta, Radikal’de ve benzerlerinde. Bir linç başlamıştı. Dönüşen ülkenin önünde tek engel Cumhuriyet gazetesi ve onu olağanüstü becerisiyle ayakta tutan İlhan Selçuk’tu.

iki-teroriste-acik-mektup-can-ve-erdem-e-92206-1.TARİHSEL ZORUNLULUK

Kırk farklı adamı, hiçbir aceleye kapılmadan idare etti İlhan Selçuk. O Cumhuriyet gazetesinin tutkalıydı. O ürkütücü anlarda dingin sesi ve gülümseyen yüzüyle umut, güven veriyordu çevresine. Kapısına AKP/Cemaat polisleri dayandığında sabahın beşinde yine aynıydı. Deneyimliydi İlhan Selçuk. Hem devletin hamlelerine, hem işbirlikçi tetikçi kalemlere! Serinkanlılığını yitirmedi ve herkese ders verdi. Artık ileriydi yaşı ve ölümüyle Cumhuriyet büyük yara aldı. “Ziverbey Köşkü”nün olağanüstü zeki konuğuydu o. İşkencecileri kalemiyle dize getiren…

İlhan Abi’ye ‘terörist’ dediler. Cumhuriyet’ten yetişme hainler, bir kahvenin kırk yıllık hatrını bilmeyen, insanlıktan çıkmış tüccar kalemler de alkışladı bunu. Oysa İlhan Selçuk sadece aydınlanmacı ve Kemalistti. Yaşadığımız günlerde bu ‘terörist’ olmak için yetiyordu. Cumhuriyet gazetesi net bir kimlik taşımaktadır. Onu değiştirmek, yeni kalıba sokmak yanlıştır. Bu gazete bir toplumsal dengeyi tutar ve önemlidir. Biz fikirlerine katılalım, katılmayalım öyle olması gerekir. Mustafa Kemal’den kurduğu partisi bile vazgeçse, Cumhuriyet gazetesi vazgeçemez… Tarihsel zorunluluktur bu.

TÜM BUNLARI NİYE ANLATTIM

Can Dündar ve Erdem Gül, nasıl dün İlhan Abi terörist değildi ve hakikatin peşinden gidiyorduysa, siz de değilsiniz ve o yüzden şu an tutuklusunuz. Can’ın bana kızdığını işittim geçende. Cumhuriyet’in doğasını bozduğu için yaptığım eleştirilere öfkeliymiş. Keşke kızmak yerine kulak verseydi sözlerime. AKP zorbalığını yaratanlarla Cumhuriyet gazetesi yürüyemezdi. Utku Çakırözer hiçbir suçu yokken ayak oyunlarıyla görevden alınırken, ben “Tehlikenin Farkındaydım” ve susmadım. Akın Atalay ve Hikmet Çetinkaya’nın elinde oyuncak oldu Cumhuriyet. Cumhuriyet düşmanları köşelere doldu, AKP şakşakçıları at oynatmaya başladı. Yanlıştı bunlar. Şimdi onlar timsah gözyaşı döker, fırsat bulunca da yine AKP’ye sırnaşırlar. İnsan bir kez haysiyetinden vazgeçerse her an fırıldaklık edebilir… İlhan Selçuk’a düşman olanlar size niye dost olsun ki?

Can Dündar ve Erdem Gül’ü sonuna dek yine aydınlanmacılar, laikçi teyzeler, cumhuriyetçiler, sosyalistler, Kemalistler savunacak. Nasıl Ergenekon Davası tarihin çöplüğüne atıldıysa, bu gazeteci arkadaşlarımız da dimdik çıkacaklar Silivri zindanlarından ve gerçek suçlular gün gelip yargılanacak. Ben İlhan Selçuk’a “Oh olsun” diyenleri unutmam. Onlarla yan yana durmam. Onların üzüntülerine de inanmam. AKP’nin vekili Muhsin Kızılkaya: “Murat Belge ve Ahmet İnsel okuyarak AKP’li oldum” dedi. Bu adamlar nasıl yazar Cumhuriyet’te? Aydın Engin, “Ben yetmez ama evetçi değilim, babalar gibi evetçiyim” dedi. Nasıl yazar Cumhuriyet’te? Baskın Oran, Ahmet Altan, Nuray Mert ve diğerleri… Sizin mahpusta olmanızın nedeni bunların öngörüsüzlüğü, Kemalizm ve aydınlanma düşmanlığı değil mi?

Ben kindar neslin bir üyesi değilim. Bu satırları söz ettiğim insanları infaz etmek için yazmadım. Sadece siyasal kavga verirken yoldaşlığın önemini anımsatmak istedim. Bu ülkede hepimizin kapısı, her an çalınabilir. Geçen gün sosyal medyada: “Can Dündar ve Erdem Gül teröristse, hepimiz teröristiz” diye yazdım. Bu ironi değil, hakikat! Dün İlhan Abi, Türkan Saylan Hoca, Ali Tatar ve diğerleri için nasıl savaş verdiysek, yine vereceğiz. Liberal savrulmaları olanlara inat, “Kandırıldık” diyenlere kulak asmadan ve aydınlanmaya inanarak!

***

Tehlikenin farkındaydık!

Geçende Can Dündar’la ortak bir dostumuz bana: “Her şey bitti uğraşacak bir Cumhuriyet gazetesi mi kaldı?” diye sitem etmişti. Anlamadığı şu, gazeteler ve tüm yayın organları okurlarındır. Hele ki Cumhuriyet gazetesi en önemli fikir yayınıdır bu ülkede. Türkiye Cumhuriyeti’nin ne kadar eğrisi ve doğrusu varsa, gazetesinin de vardır. Nasıl Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, hukukun üstünlüğüne inanan, bilimin izinden giden yoldan vazgeçemezse; gazetesi de geçemez. Cumhuriyet aydınlanmacıdır, öyle kalmak zorundadır… Can Dündar ve Erdem Gül dünyanın her yerinde haber olan bir meseleyi manşete taşıdırlar, haklıydılar. Bunun bedelini ödüyorlar. Esasen tüm toplum ödüyor. Coğrafyamız kan gölüne dönmüş, sınırlar yeniden çizilirken elbet gazeteci barıştan, halktan yana tavır almalıdır. Gazeteci; asker, polis, ajan, siyasetçi değildir. Sadece ve sadece hakikati bulmak ve onu paylaşmakla yükümlüdür. Bu memlekette halk kahramanı olmakla, terörist olmak arasında ince bir çizgi vardır. Demem o ki; “Tehlikenin Farkında Mısınız?” diye sorduğunda Cumhuriyet, bununla alay edenler, ancak başına bir şey gelince bu durumu kavrıyorsa; onlara gazeteci denmez, ahmak denir. Cumhuriyet düşmanları köşelerini ele geçirmiş gazetenin, bir an önce kurtulmak gerek onlardan. Bazı meselelerin özrü yoktur. Sadece mahkemelerde hesap verilmez. Tarihin terazisi de sizi tartar ve yazar. İlhan Abi’ye ‘terörist’ deyip Can ve Erdem’e ‘masum’ diyenlerin samimiyetine inanmam. Etik değerleri olmayanların, oynak zeminde ne yapacağı kestirilemez… Son söz; Can ve Erdem Cumhuriyet gazetesinin tarihsel kavgasında adı geçen ustaların yanına yazdırdılar adlarını. İnsan mahpusa girmek istemez elbet. Ama oralardan Orhan Kemaller, Nâzım Hikmetler, Sabahattin Aliler, Rıfat Ilgazlar, Aziz Nesinler geçti… Siz de alnınız dik çıkacaksınız ve biz sizi asla yalnız bırakmayacağız… Onlar kindarsa, biz yoldaşız…

Tehlikenin farkındaydık…
Hâlâ farkındayız!