2002/2003 sezonunda; yani 100. yılda şampiyonluğu ilan eden Sergen Yalçın'ın golünde bile bu kadar coştuğumu ve eğlendiğimi hatırlamıyorum. Esasen sadece tek kelime kullanmam gerek: Eğlendim...

2002/2003 sezonunda; yani 100. yılda şampiyonluğu ilan eden Sergen Yalçın'ın golünde bile bu kadar coştuğumu ve eğlendiğimi hatırlamıyorum. Esasen sadece tek kelime kullanmam gerek: Eğlendim... Beşiktaş-Liverpool maçında en ketum taraftar bile kayıtsız kalamadı tribünde yaratılan eğlenceye. O neydi öyle; bütün stat o anda, provasız Çarşı'nın orkestra şefliğinde aralıksız bir 10 dakika eğlendi ki sormayın gitsin... Hani stada gelmeyenler 2-1'lik galibiyete tanıklık etmediklerine yanacakları kadar, o tribün şovunu kaçırmış olmalarına da dövünmelidir.

Hâlâ sürmekte olan İstanbul Bienali'ndeki etkinliklerini izleyenlerden çarşamba akşamı İnönü'ye gelenler olduysa, birbirleriyle sadece siyah/beyaz renklerle ortaklık duygusu oluşturan 25 bin kişinin, spontane olarak, nasıl da aynı müzikal ritmi tutturup dakikalarca sahadaki oyunun temposunu da kendine uydurup müthiş bir performans sergilediğine de şahit oldu. Bienalin ilk korsan performansı Che heykeli olduysa ikincisi de İnönü'deki Beşiktaş tribünlerinin şovuydu.

Bir yanda Beşiktaş diğer yanda Liverpool... Hani bir Beşiktaşlı İngiltere'de bir takım tutsa herhalde bunun ilk seçeneği Liverpool olur. Elbette karakteristik özelliklerinden ötürüdür bu iddiam. Her ikisinin de taraftar profili için "alınteri" önemlidir diyebiliriz mesela. Ve her ikisinin de taraftarı vefalıdır; takımının yalnız yürümesine asla gönlü müsade etmez... Liverpool asla yalnız yürümezmiş! Peki Beşiktaş mı yürür? Oynanan futbol mu? Teknik, taktik, stratejik açıdan futbol nasıl mıydı? Bilmiyorum. Gördüğüm şuydu: İbrahim Üzülmez topu taca atmaktan bu sefer hiç gocunmadı. Baktı olmuyor her defasında topu taca attı. Gökhan Zan da, İbrahim Toraman da "Allah ne verdiyse" gelene gidene "bam-güm" vurdular: "Top bizden ırak olsun". Bari top tüfek de Irak'tan ırak olsun; kovboylar Doğu'dan kendi Batılarına geri dönseler ya artık...

Ali Tandoğan habire endişelendiriyor, "Yahu bu Serdar Kurtuluş'a n'oluyor böyle. 3 maçtır 30 dakka oynayıp çıkıyor!"... Ama o da ne, gol olmuş "deniz tarafındaki kale"de... Söylenip duruyoruz tribünde. Sürekli veryansın ediyoruz top kaybında ve kötü pasta... İşi sövüp saymaya götürenler de az değil. Ama yürekten değil bu ağzı bozukluklar. Bunlar taraftarın "totem"leridir. "Aha şimdi golü yiyeceğiz", "Gol geliyor valla" derken, için için "Ulan biz şimdi bi tane atarız" diyorduruz aslında... Ve işte ne mutlu o taraftaki siyah/beyazlılara ve ne yazık ki onlara; deniz tarafında yer ayırtmış Liverpoollular'a... Ya biz; Yeni Açık'taki kale arkasını mesken tutmuş bizler bir gol göremeyecek miyiz ? "Ah Bobo ah..."

Sonradan öğrendik ki maçı TV'den anlatan spiker izleyicilere "gına getirmiş" coşkudan. Ama haksızlık ediyorlar spikere. Çünkü orada; statta olanlar bilir Bobo 2-0 yaptığında nasıl kıyamet koptuğunu... Kalıbımızı basarız, öte diyardan maçı izleyen Cem Karaca'nın "Vay Bobo vaaaayyy" diye ayağa fırladığına...

Son 10 dakikada herkes teknik direktör kesiliyor. Zaten Ertuğrul Sağlam da tribünde. Ben de aşağı kalır mıyım? Benitez, Peter Cro-uch'u sahaya sürdüğünde "Diatta'yı alın, Di-atta'yı.»" diye bağırıyorum. Mutlu hoca duymuyor ama arkadaşlarım duyuyor. "Ve maalesef top ağlarımızda" olduktan sonra Diatta oyuna alınıyor. Niye, çünkü Crouch'un kafayla yaptığı asistle yiyoruz golü... Tespitimin doğruluğu arkadaşlar arasında süksemi artırıyor ama başka kehanette bulunmayı aklımdan bile geçirmiyorum. Bitir be birader! Zaman las-tikleşiyor, bu 4 dakika amma da uzuyor... Yıllarca Trabzonspor'un Liverpool zaferini dinlemiştim. Geçen hafta 2-0'dan ve son 15 dakikasında golcüsü Bobo'nun kalesini koruduğu maçta Beşiktaş Trabzon'u 3-2 yenerken, çarşamba da bordo/mavililerin efsanevi zaferini tekrarladı. Daha önce de yine bordo/mavililerin 1-0'lık Barcelona zaferini tekrarlamıştı; 3-o'la... Rövanşta ne mi olur? Ne olursa olsun, iki takım da asla yalnız yürümeyecek...