“Sinekleri takip edin insan etini bulacaksınız…”
Bir Suruç’lunun sözleriyle başlayan yazıyı, kendi görüşmelerimizden çıkanla birleştirdiğimizde tablonun ne kadar vahim olduğu anlaşılıyor: “Saçlarımın arasında arkadaşlarımın parçaları vardı... Daha kötüsü olmaz”, diye diye geldiğimiz noktada; parçalanmış insanlar, ölen arkadaşlar, gömülen çocuklar, ailelere gönderilmek için toplanmış bavullar, yerlere savrulmuş oyuncaklar var. Daha kötüsü olmaz diye geldiğimiz yerde; IŞİD’in kalabalık yerleri ne zaman vuracağı endişesi taşıyoruz. Besleyip büyüttükleri çakallar fütursuzca uluyor, etlerimizi lime lime etmek için pusuda bekliyorlar. Maalesef daha kötülerine de alışacağız!...”
•••
33 kişinin yaşamını yitirdiği, Suruç katliamından hemen sonra kaleme aldığımız bu satırlar, bir kehanetin izdüşümü değildi. 2010 yılından beri gözlemlediklerimiz, okuduklarımız, araştırıp şaşırdıklarımız ve toplumsal sorumluluk bilinciyle paylaştıklarımızın bir çerçevesiydi. İşaret fişeklerini izleyince, daha çok kanın akacağı felaketler, facialar, katliamlar net olarak seçiliyordu.
•••
Türkiye, göz göre göre bu noktaya taşındı! Henüz Suriye’deki iç savaş başlamadan önce inşa edilen kamplar, sınıra yakın yerlerde açılan yollar, bataklığa saplanacak, daha doğrusu bir çamura dönüşecek Türkiye ile ilgili fikir veriyordu. Kâh Pakistanlaşma modelinden, kâh yıkılacak kentlerden, kâh iç savaş endişesinden söz ettik. Sıkça, mezhepçilik, ırkçılık, günübirlik yararcılık adına, çatlak patlak da olsa bugüne kadar idare edebilmiş ve zevahiri kurtarabilmiş bir ülkenin freni patlak bir arabayla geri dönülmeyecek bir yola sokulduğunu anlattık.
•••
Selefiler derin mezhep ve fetih siyasetiyle örgütlendirildiler. Suriye’de sahaya sürülüp, Kobane’de Kürtlere karşı kullanışlı hale getirildiler. Dahası Türkiye için paramiliter güçler olarak yedeklendiler. Elbette tüm bunlardan sonra, onlara ‘hadi artık boşanalım’ demek ve cihatçıları tavsiye etmek hiç de kolay görünmüyor. Üstelik hâlâ bir kontra faaliyet içinde kullanılmalarına yönelik ince fikirler beslenirken! Velhasıl ipin ucu kaçtı!
•••
Her katliamdan sonra ‘neden-sonuç’ ilişkilerini değerlendirmeden yapılan göstermelik emniyet operasyonları ve TSK’nin yaptığı ‘IŞİD hedeflerini vurduk’ açıklamalarıyla, kamuoyunun ancak gazı alınabilir. Ekranlarda boy gösteren, strateji uzmanlarını ne yazık ki bizleri sadece acı acı gülümsetir. Her merkeze polis koyarak sorunu çözebileceklerini düşünenler ya da askeri çözümleri tartışanlar, çözümün değil çözümsüzlüğün bir parçasıdır. Çünkü IŞİD kâbusu, görünür güvenlik görevlileriyle değil, ‘görebilir güvenlikle’ çözülür.
•••


Tam bu noktada bir kez daha aynı vurguları yapmak gerekir. Katliam ve IŞİD gerçeği bugünün sorunu değildir. Bunu; hem alandaki gözlemlerimiz hem de okuduğumuz belgeler açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye’de bir IŞİD altyapısının kurulduğu şüphe götürmeyecek kadar açıktır. Ankara Katliamı’nı aydınlatmaya yönelik iddianame bu altyapıyı bir kez daha gözler önüne seriyor. İddianame, IŞİD’cilerin yıllarca sınırlardan ellerini kollarını sallayarak geçtiklerini, Türkiye’ye bomba taşıdıklarını, depolara amonyum nitratlar yığdıklarını, sulara zehir katmak için emir beklediklerini, çok büyük eylemler için hazırlık yaptıklarını anlatıyor.
Mesele İstihbarat açığından ötededir. “Dinlediniz, izlediniz, neden hiçbir şey yapmadınız? Dahası eylem planı içinde olan cihatçıları, infaz gerçekleştirenleri nasıl olup da cezaevlerinden saldınız?” soruları tekrar tekrar gündemde olmalıdır.
Gerisi kamuoyunun takdirine kalıyor.
•••
Suruç’ta çocuklara oyuncak götürmek için bir araya gelenler ‘terörist’, Ankara’da parçalanan gencecik bedenler vatan haini ilan edildiler. Peki, havalimanındakiler kimlerdi?

Maalesef, ucuz hevesler, günübirlik kazançlar ve hevesler uğruna, Türkiye’yi tozpembe görme isteğinden kurtulamayanları da içerisine alacak bir tsunaminin geldiğini görmek zor değil. Gerçekçi olalım. Türkiye bugünlere gelebilmek için çok emek harcadı! İslami ‘teröre’ kurban giden Uğur Mumcu’nun ‘Tarikat-ticaret-siyaset’ başlığı bile bugünleri işaret ediyordu. Geldiğimiz noktada ne mi görüyoruz? Kabataslak söyleyelim. El Nusra ve IŞİD üssüne çevrilmiş şehirler. Hatay’da mahalleleri istila eden Nusra’cılar, Antep’te ayakkabı atölyelerini hücre evlerine çeviren IŞİD’ciler… Sızmaya hazır bir karanlık!
•••
44 insanın yaşamının yitirdiği gün balonlarla konfetilerle köprü açanlar, kalabalık caddelerde arabalardaki müziği kökleyerek neşe içinde dolaşanlardan oluşan bir kitle yarattılar. Ankara Katliamı’nda bizler beden parçalarını birleştirmeye çalışırken, Milli maç coşkusuyla sokakları arşınlayanlar pakete dahildi.
Her şeye rağmen… Yazmaya, uyarmaya, devam edeceğiz. ‘Görmeyenleri’, ‘duymayanları’, ‘dinlemeyenleri’ eleştirme şansından bile uzak olduğumuz günlerden geçiyoruz. Türkiye, anormal bir tünelin içerisinde… Dert büyük! Anlamayana dinlemeyene bile derdimizi dökmeye çalışmak boynumuzun borcu. Başkaca bir çözüm yolu yok. Çünkü vazgeçersek hep birlikte sinekleri izleyeceğiz!