Geçen hafta, gözümüze dayatılan kaleydoskoptan söz etmiştim. Gerçekten siyasilerin kendi gündemleri, medyanın onları izlemesiyle yaratıla

Geçen hafta, gözümüze dayatılan kaleydoskoptan söz etmiştim. Gerçekten siyasilerin kendi gündemleri, medyanın onları izlemesiyle yaratılan bu “dürbün dünyasının”, çok temel sorunlara çok zaman “nereden çıktılar” muamelesi yaptığını düşünüyorum.
Dürbünün işi “memleketin âli meselelerine” ışık tutmak.  “Memleket meselelerinin” hangileri olduğuna kim karar veriyor diye sorarsanız, işte orası”demokrasimizin” bir türlü akort edilemeyen “bam teli”.
Bu nedenle Başbakan’ın hafta sonu işsizlikle ilgili yaptığı bazı açıklamalar üzerinde durmak gerek. Söyledikleri epeyce yankı uyandırdı. Ekonomi yazarları arasında “emek sömürüsü” gibi sözlerin rahatsızlık yarattığı da görülmekte.
Başbakan, işsizlik için “yapısal değil, sanal bir sorun” diyor. Özetle, işsizliğin sosyo-ekonomik koşullarla ilgisi olmayan, “nasıl daha hızlı kazanırım derken”, emek sömürüsü yapan, yeterli istihdam yaratmayan iş dünyasının yarattığı bir sorun olduğunu söylüyor.

ASLINDA İŞSİZLİK
TAM DA BÖYLE BİR ŞEY
Kapitalist bir sistem içinde kârını azamileştirmek, maliyetini düşürmek derdindeki sermaye için emek bir “maliyet” unsurudur. Öyle olunca da, değil yeni birini almak, gerekirse iki kişiye yaptıracağı işi bir kişiden bekler.
Tek başına 4-5 milyonu, aileleriyle birlikte 15-20 milyonu ilgilendiren toplumsal bir sorun sermayenin derdi değildir. Gerekçesi de hazırdır; dünya piyasası, rekabet zorunluluğu.
Bu nedenle, Başbakan’ın TOBB üyelerinden,-ki 1.300 bin dolayında imiş-her birinin 1 kişiyi istihdam etmesi yolundaki isteminin hayata geçeceğini bekleyemeyiz. Velev ki, başka teşvikler, başka önlemler gelsin.
Başbakan, verginin yüzde 85’inin büyük iş adamlarından geldiği, küçüklerin verdiği verginin yüzde 10-15 dolayında kaldığını da söylemekte.
Bu ülkenin bir “vergi cenneti” olduğunu da herkes biliyor. Maliye Bakanlığı her yıl kuyumcu, otel sahibi gibi işletmelerin, doktor, avukat gibi serbest meslek sahiplerinin asgari ücretli kadar vergi ödediğini, kendisi açıklıyor.
Vergi gelirinin yarısından fazlasının özel tüketim vergisi, katma değer vergisi gibi dolaylı vergilerden geldiğini ve nasıl adaletsiz bir vergi sistemimiz olduğunu iyi biliyoruz. Geçen gün vergi gelirlerinin artıştı ile ilgili haberler vardı. İlgiyle baktım, meğerse artan ÖTV, KDV imiş.
İstihdamın yarısından fazlasının kayıtsız çalışanlardan oluştuğu, ücretlilerin bile dörtte birinin kayıtsız olduğu bilinmekte.
Buna karşın, istihdam artışı dendiğinde işverenlerle liberal ekonomistler mesleki eğitim ile vergi, sigorta primi indirimi gibi önlemlerden başka bir lâf etmemekte. “Lâf”!
Lâfın dışına çıkmak için, yıllardan buyana “istihdamda işsizlik” sorunu yaşayan bu ülkede, kırların çözülmesi, kentlere göçün devem etmesi, “istihdamda işsizliğin” çare olmaktan çıkması, eğitimli olanlar arasında işsizliğin daha da çok olması gibi nedenlerle artık büyüyen bir “açık işsizlik” sorununun boy gösterdiğini kabul etmeliyiz. “Milyonları” ilgilendiren bu sorunun, “binlere” ulaşacak ilaçlarla tedavi edilemeyeceğini de bilmek durumundayız.
Özetle Başbakan’ın, hem toplumun bağrını yakan bu temel soruna değinmesinden hem de derdin kaynağını göstermesinden memnunluk duymak gerek. Gerek de, iş dünyasının derdinin toplumsal sorunlar olmadığını bildiğimize göre gösterilen çareye kapılmak ne mümkün.
Aksine, işsizliğin azalmasının özel sektörden değil kamu sektöründen beklemenin daha gerçekçi olduğunu söylemek durumundayız.
Sayın başbakan, bu ülkenin yönetimi kadar, bu toplumun iyiliği ve gelişmesinden sorumlu olan devlet, yani siyasal iktidar değil mi? Öyleyse, işsizliği azaltma gibi bir sorumluluğunuz da var demektir.
Bu sorun, neden “anayasa değişikliği” kadar önemli bir sorun değil diye sorsam, ne cevap verirsiniz?
Eğer önemli bir sorun ise, çözüm de açık.  TOBB üyelerinden yeni bir istihdam beklensin veya beklenmesin, ama öncelikle devlet kamu personelini arttırma kararı verebilir.
Yalnız işsizlik nedeniyle de değil. Bu ülkede, eğitim, sağlık, yargı en başta olmak üzere birçok kamu hizmetinin çok yetersiz olduğu iyi biliniyor. 80-90 kişilik sınıflar, hastaneler önünde kuyruklar, yıllarca çözülemeyen davalar herkesin malûmu. Aslında devletin hissedildiği, vatandaş olmanın yaşandığı yerlerde “devlet” yok olmaya gidiyor.
Liberaller böyle istiyor olabilir. Onlar, maddi anlamdaki eşitsizlik ve adaletsizliğin diz boyu olduğu bu ülkede devlet geri çekildikçe vatandaşa neler olduğunu da umursamıyor olabilirler.
Ama siyasal iktidarlar umursamak durumundalar. Ayrıca aynı liberaller sektörlerin derdine, krizlerin atlatılmasına geldi mi yine devlete başvuruyorlarsa, bu çelişkiyi onlara “toplumu temsil etme iddiasındaki” siyasal iktidarlar hatırlatmalı, değil mi?