Kanal İstanbul aldatmacası!
Siyanürlü aile intiharları, bir günde 4 kadının öldürüldüğü haberleri, asgari ücretin açlık sınırının üzerinde olması talebi, kurulan yeni partiler, yurttaşların can ve mal güvencesi beklentisi gibi çok önemli konular gündemdeyken ve 2020 bütçesi TBMM’de görüşülüyorken, “kanal İstanbul” tartışmasının ne maksatla yapıldığı bellidir.
Sadece ülkemizi değil, dünyayı da yakından ilgilendiren bir doğa katliamı projesi olan Kanal İstanbul, ülke gündemini çarpıtmaktan öte herhalde, umursamazlık içinde ülke kazanımlarını ranta dönüştüren hırsın dışa vurumu olmalıdır.
Kanal İstanbul, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kazanımlarını pervasızca peşkeş çekmenin yeni bir hamlesi olarak da görülmelidir. Öncelikle bu proje bilimsel değildir. Doğa katliamına neden olacaktır… Kimyager ve Deniz Bilimci Prof. Cemal Saydam, ODTÜ Erdemli Deniz Bilimleri hocası Prof. Emin Özsoy’la uzun yıllar denizlerimizi incelemişlerdir.
Akdeniz, Marmara, Boğazlar sistemini ve Karadeniz’i ezbere tanıyan bilim insanlarıdır...
Marmara’daki akıntının Karadeniz’e ulaştığını kanıtlamak için ekibiyle tam 4 kere İstanbul Boğazı’nın altını kırmızıya boyamış, Haliç’in mavi rengine kavuşmasına neden olan başarılı çalışmalar yapmışlardır.
Saydam diyor ki; “Bizi çevreleyen denizler zıt koşullara sahiptir. Akdeniz tuzlu, besin maddesi içermez, Karadeniz ise tuzlu değildir ve besin kaynar. Karadeniz 12 bin, Marmara ise en fazla 3 bin yaşındadır ve aralarında kot farkı vardır.
Bu nedenle oluşan akıntıyla Marmara’nın ilk 25 metresi Karadeniz’in tatlı, altıysa tamamen Akdeniz’in tuzlu suyuyla doludur...
Bu iki farklı su asla birbirine karışmıyor. Deniz içindeki yaşam üst sularda sürüyor. Üst tabaka 3 ayda bir, alttaki tabaka ise 7 yılda bir değişiyor.
Müthiş dinamik bir yapı, müthiş bir denge, Kanal İstanbul devreye girdiği takdirde bu denge bozulacaktır.”
Peki neler olacak?
Saydam senaryolarını sıralıyor: ”Karadeniz’e ikinci bir musluk (Kanal İstanbul) açtığınızda Karadeniz’in suyu Marmara’ya daha hızlı akacaktır.
Bol besinli üst tabaka zaten can çekişen alt tabakaya baskı yapacak, dolayısıyla oksijen hızla azalacaktır.
Oksijen bitince bir daha geri dönüşü olmayan bir doğal çöküntü yaşanacaktır ve Kanalı kapatsanız dahi kaybolan ekolojik sistem geri gelmeyecektir…
Oksijensizlik kimyasal dengeleri alt üst edecek, alt tabakadaki hidrojen sülfür yoğunluğu hızla artacaktır...
Dolayısıyla İstanbul, birkaç 10 yıl sonra lodos estiğinde dayanılmaz bir şekilde çürük yumurta kokacaktır.
Zamanla Karadeniz’in de ekolojik yapısı bozulacak, denizdeki yaşam tehlikeye girecektir.”
Profesör Saydam ;
“Şimdi Boğaz’ın altından geçen kanalizasyon sistemi tıkır tıkır çalışıyor…
Oysaki; Kanalın çevresini yerleşime açtığınızda Kanalizasyon ne olacak?
İstanbul’un suyunu sağlayan kuzey ormanlarını yok ettiniz.
Yoğun imara açılan bu bölgenin suyunu nereden tedarik edeceksiniz?
- Karadeniz’in ekolojik yapısının bozulmasına Rusya, Ukrayna, Romanya nasıl tepki verecek? Diye sorarak açıklamalarına devam ediyor…
Kanal projesinin arazi rantı için yapıldığı bellidir. Nitekim bu bölgede tapuların el değiştirdiği hatta Katarlı Şeyha Moza’nın bile bu güzergahtan 44 dönüm arazi aldığı basında yer aldı...
Cumhuriyet Üniversitesi Doçenti İsmail Ercüment Ayazlı 3. Boğaz Köprüsü’nün yapımıyla İstanbul’u ne gibi tehlikelerin beklediğine dair yaptığı çalışmada;
“1. ve 2. Boğaz Köprülerinin İstanbul’un kötü yapılaşmasına neden olduğunu, simülasyonlar sonucunda 2030 yılında İstanbul’da yerleşim alanlarının orman ve tarım arazilerinin yüzde 40’nı, boş alanların ise yüzde 83’ünü yok edeceğini açıklamakta, üstelik jeolojik risk taşıyan yerlerin imara açılma zorunluluğunu getireceğini de söylemektedir...
Böylece, AKP iktidarının Michigan Üniversitesi’ne 2008 yılında yaptırdığı “Kuzey İstanbul’un” iki yakasının ranta açılmasını içeren proje gerçekleştirilmektedir. demektedir.
İktidarın kanalla ilgili ülke aleyhine gizlediği en önemli konuysa Montreux Anlaşmasıdır. Boğaz’dan parasız geçen ticari gemilerden para alma aldatmacasını bırakın!
Kanal açıldığında ülkenin uluslararası imtiyazı olan Montreux anlaşmasının bozulmasının hesabını kim verecek?