Google Play Store
App Store

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) tutuklu gazeteciler Şahin Alpay ve Mehmet Altan hakkında ‘hak ihlali’ gerekçesi ile verdiği tahliye kararı, yerel mahkemelerden döndü. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Alpay’ın, 26. Ağır Ceza Mahkemesi ise Mehmet Altan’ın tutukluluk halinin devamıyla ilgili hüküm kurdu.

•••

AYM’nin kararının diğer tutuklu gazeteciler ile ilgili ‘örnek teşkil edeceği’ umudunu yaşattığı sırada, yerel mahkemelerin, en üst hukuk kurumunun kararını tanımaması farklı bir ‘emsal’ oluşturdu. Bu ‘emsal’ ile Anayasa’nın sistematik ve kademeli olarak lağvedilmesi ile hukukun kırıntısının da rafa kaldırılmasında kritik bir eşik daha aşıldı. Türkiye ile ilgili yeni bir kırılma noktasına da böylece ulaşıldı.

•••

AYM, Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeniyken tutuklu bulunan Can Dündar ile gazetenin Ankara temsilcisi Erdem Gül için de ‘tahliye’ vermişti. Bu karardan sonra konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AYM’yi hedef alan açıklamasında ‘Saygı duymuyorum, tanımıyordum’ ifadelerini kullanmıştı.

•••

Dündar ve Gül kararı yaklaşık 2 yıl önce 25 Şubat 2016 tarihinde, üç hayır oyuna karşılık 12 oyla alındı. Hüküm için; halen cezaevindeki Cumhuriyet gazetesi İcra Kurulu Başkanı Avukat Akın Atalay şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Anayasa Mahkemesi kararı herkesi ve her kurumu bağlar. 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin de tahliye kararı vermesi gerekir.”

•••

Atalay’ın dediği gibi oldu. MİT TIR’ları soruşturmasında tutuklanan gazeteciler, kararın ardından gece yarısı Silivri’den ayrıldı. İki yılda ‘değişen nedir?’ sorusunun karşılığı için derin analizlere ihtiyaç yok. Değişen; ‘Darbenin lütfu’ sonucunda ilan edilip, durmadan uzatılan OHAL ve çıkarılan KHK’lerin verdiği rahatlık, keyfilik.

•••

Anayasa mahkemeleri yürürlükte oldukları her ülkede, hukuk sisteminin bağımsızlığı ve teminatını simgeler. Kararları üzerine karar verilmez. Ne var ki esnaf ve muhtar jargonuyla yönetilen Türkiye’de gelinen nokta; ‘saygı duymuyorum’ sınırını aşıp ‘artık takmıyorum’ hududuna ulaştı.

Açıktır; artık Anayasa yok, hukuk yok, özgürlükler ve insan haklarına ilişkin garantiler yok.

•••

Aşılan çıtanın eşiği, fiili olarak sadece yürütme ve yasamanın değil yargının da ‘tek kişiye’ bağlandığını anlatıyor. Uygulama biçimi artık neredeyse ‘Yeni Türkiye’nin resmi yönetim şeklini de ortaya koyuyor: ‘İki dudak arasında Cumhuriyeti.’

•••

Top çevirmek de ‘mış’ gibi yapmak da, Türkiye’de hukuk kalmış tavrıyla davranmak da sadece gerçeğin üzerini örtmeye hizmet ediyor. Ülkenin, kendini, OHAL ve KHK’lere yaslayan ‘büyük bir sorunu’ var. Bütün diğer sorunlar onun etrafında dönüyor. AYM’yi tanımayan, ‘kaosla’, sandık taşımalarla, şaibelerle, halkın meşru tercihlerini hiçe sayarak birkaç seçim birden kazanan iradeyi ‘hamasetle’ yenmek, ‘uyku modunda’ bıçağa teslim olmaktan öte bir mana ifade etmiyor.

•••

Tuhaf bir sistem kuruldu. ‘Kötünün üstü’, ‘daha kötü’ vakalar ile örtülüyor. Artık bölük pörçük hamlelerle top çevirmek yerine topu saray bahçesine geri atabilmek önemli.

3 gün arka arkaya ‘696 sayılı KHK’ hakkında konuşuldu ancak unutuldu. Misal olarak, iktidar ve Saray’ın DNA’larını tam olarak deşifre eden bu KHK hâlâ tartışılıyor, üzerine yazılar yazılıyor, eylemler konuluyor olmalıydı. Bu kadarını bile yapabilmek basiretine ulaşılmadı, ulaşamadık.

•••

Gerçekliği tekrar etmek can sıkıcı olabilir. Ne var ki artık farklı yollara ihtiyaç var. Sorumluluk siyasilerdedir. Böyle giderse, ‘panellerde buluşalım’, ‘tepkimizi koyalım’, ‘toplaşalım, dağılalım’, ‘anlık çıkışlarla gaz alalım’ devri de kapanacak. Çünkü böyle giderse ‘bunlar bile’ lüks sayılacak. Artık halkın birliğinin sağlanmasına ya da parlementoda daha radikal yollara ihtiyaç var.

Bir parantezle… Türkiye’de sistem her yönden çöktü. İktidarın yarattığı iklimin ağırlığı bir hastalık gibi yayıldı. Yozlaşma kişi ve kurumlara bulaştı. Göz önündeki hukukçular, gazeteci tahliyelerini sorgular oldu. Kelli felli meslek erbaplarının, çocukluk zaafları içinde hareket etmeleri anlaşılır gibi değil. Herkesin toplumsal ve vicdanî bir sorumluluk taşıması gerektiği dönemde, ‘buna var, ona niye yok?’ diye sormak yerine, ‘adalet herkese lazım’ şartı koşmak gerekmez mi?

•••

Bir girdabın ortasındayız. Anayasa Mahkemesi’nin, ilk hevesle verdiği ayara, ‘içinde farklı eğilimler’ tartışmasına aldanmayın. O ayarın üstünden iki gün geçti, bu saat oldu, ortada başka bir numara yok. Açıkçası, Ankara’daki ‘dükkânlarına’, çoktan ‘patron çıldırdı, kapatıyoruz’ yazısı asıldı. Gerçekte de bundan sonra ‘bir KHK sıkımı’ canlarının kaldığını söylemek abartı sayılmaz. Ne diyelim; bari hala müşteri varken başka dükkânlar kapanmasın.