Karamsar olacağınıza âşık olun
Bu yazıyı okuyorsanız, oturduğu yerden dünyayı izleyerek azar azar ölenlerden değilsiniz, biliyorum. Televizyonda maç seyrederken bile hareketsiz duramaz, kalkar, havalara zıplar, katılırsınız oyuna. Hayat futboldan değersiz mi ki izin verelim öylece geçip gitmesine?
Çünkü birini gerçekten severseniz, diğer insanların yazgısına kayıtsız kalamaz, “Ben gereğini yaptım, artık ne halleri varsa görsünler” diyemezsiniz. Zaten, biraz düşünseniz, yapabileceklerinizin tamamını yapmadığınızı hiç değilse kendinize itiraf etmeniz de mümkündür.
Âşık olursanız ellerine pür dikkat bakarsınız bir insanın, damarlarına, avuç içlerindeki çizgilere… her elin bir tragedya gizlediğini söyleyen yazarı birdenbire anlarsınız. Sonra nasılsa birleşir ellerimiz; sevgilisinin, çocuğunun, can dostunun elini tutup gizli tragedyalarını duyan birleşecektir elbet başka ellerle.
Che’den Mahir’e, Terzi Fikri’den Metin Göktepe’ye, Ali İsmail’den Berkin’e… kimleri, kimleri yitirdik bugüne dek ama ne çok olduğumuzu da göstermez mi bu? Hiç kimseyi yitirmeyecek kadar sevgisiz, bencil, bir başına kalmak daha korkunç değil mi?
“Kanıdır şairin, gecenin her yerinden / sevişmeye gireriz korkunç ve bıçak gibi / Açılıp yataklara amansız güllerimizle.” Ben söylemiyorum, Edip Cansever söylüyor. Âşık olursanız, duyarsınız şairi, sahiden duyarsınız.
Kurtarıcı kompleksi olanlar tutup birini öldürebilirmiş, şu sıralar yaptığımız biraz böyle görünüyor bana. “Evet, bu güçsüzlük duygusunu iyi bilirim. Bir daha böyle bir duyguya kapılacak olursan, sokağa çık, serçelere ekmek ufağı at.”
‘Ekmek ufağı’ der demez sizin de içiniz ısınmadı mı; bir burukluk, tuhaf biçimde haz veren bir keder dolmadı mı yüreğinize? Yamandır doğrusu Romain Gary, yaman! Tam ağlatacak gibiyken, kan kırmızı kahkaha gülünün dikenini batırıverir: “Sana bir şey soracağım, dedim ona. Her şeyi görüp geçirmiş, sonunda zevzekliğe ulaşmış bir herifsin. Son noktayı koymuşsun. Her şeyle hiçbir şey aynı şeydir sonucuna ulaşmışsın. İyi de, söyler misin bana, iki yıldır
Sorbonne’da ne bok yiyorsun?” Kendimize soralım mı biz de aynı soruyu? İyi de, söyler misiniz bana, sonunda böyle bir karamsarlıkla kayıtsızlığa ulaşacaktınız madem, bunca yıldır ne bok yemeye okudunuz o kitapları, celallenip celallenip kavgalara giriştiniz?
Maruz kaldıklarımızla, yaşadığımız günlerin akla ziyan tuhaflıklarıyla ilgili şakalar yapalım, büyük gibi görünen çaresizliğimize arada bir gülelim elbet. Hele, konuyu anlamasak da sevdiğimiz gülerken kendiliğinden gülmemiz yok mu, tadalım doyasıya. “Şaka, bir duygunun ölümünün mezar yazıtıdır” diyen Nietzsche’yi de hatırda tutalım ama, “İnsan şeyleri niye göremez? Önünde kendisi durur; kendisi örter şeyleri” diyen Nietzsche’yi... Bezgin, hoyrat, umutsuz olmayalım.
Bu yazıyı okuyorsanız, oturduğu yerden dünyayı izleyerek azar azar ölenlerden değilsiniz, biliyorum. Televizyonda maç seyrederken bile hareketsiz duramaz, kalkar, havalara zıplar, katılırsınız oyuna. Hayat futboldan değersiz mi ki izin verelim öylece geçip gitmesine? Hayat anlamsız mı ki rıza gösterelim ezilip ufalanmaya? A. Kadir boşa yazmış olamaz: “Bu toprak kıraç, / bu tohum çürük. / Bir tohum, / bir tohum, / bir tohum daha. / … / Bu kapı demir, / bu kapı kırılmaz. / Bir tekme, / bir tekme, / bir tekme daha.” Yetmez mi? Devam: “Dayan felçli ayaklarım, dayan! / Dayan yorgun yüreğim, dayan! / Dayan arslan kafam, dayan! / Dayanın bre!”
Yalancı tüfek seslerini dinlemekten bıktık parti genel başkanlarının, grup başkanvekillerinin; Meclis tutanaklarının da kürsü kapışmalarının da canı cehenneme! İçten içe çürüyecektir, birikip birikip patlayacağına kravat takarak oturan. Ve hiçbir siyaset esnafının hiçbir kurallı cümlesinde parıldamayacaktır, şu gelişigüzel sıralayacağım Ergin Günçe dizelerinde ışıldayan:
“Sonra birden büyüdük seslerimiz değişti / Odama ilk giren ışığa kanım kaynıyor / Ben yeni bir çocuk oldum elmalar asılı her yerimde / Bir kalkışma yüreğimdeki çiçek / Tarihi hızlandırmanın çiçeği / Kötülük kolordu gezmektedir bence / Belki de barışa bir savaşla varılır / Herkes kendine göre bir cumhuriyettir / Git devir saksıları, şeytan diyor, kavgalarla süsle / Tarlalar ve fabrikalar dolusu bir halkın kalkışması / Kurduğu zaman fakat kendi öz uygarlığını / Başka türlü sesler gelir bandodan bile / Giderek anlam kazanır her türlü cumhuriyet / Yoksa bir şair niçin ve nasıl yaşasın / Özgürlük, gözlerinin çiçeği, Tam Bağımsız Türkiye.”
Saçlarımıza kiraz miraz takmalı, şiire yakışır biçimde delirmeli, aşka yaraşır biçimde örgütlenmeliyiz artık. Yılgınlığı söküp atmalıyız, başlamadan derinlerde kök salmaya.
“Yeter, yettiniz canımıza!” demeliyiz, “Yaşasın çocuklar, devrim ve dayanışma!”