İstanbul dünyanın en güzel fotoğraf veren kenti… kimi zaman şımarık bir çocukça gülümser, çoğu zaman gönlü zengin bir kadın gibi sere serpe uzanır, bazen asık suratlı, bıçkın bir delikanlı haliyle somurtur… her haliyle tanış olmak ister kişi. Güzel bir metafordur ağaç dallarının kumral bir kadının saçlarına benzemesi. Belki bir kış günü, yoğun yağan kar, kırlaşmış bir adam oluverir. Türetmek mümkün daha… İstanbul şiirli, gizlerini dost olunursa açığa vuran bir kent! İçinde olmak başka, dışarıdan görmek bambaşkadır onu.

Kaç zamandır mevsimler birbirine girmiş, zamansız halleriyle bizi ürkütmekte. Kış ortası gülümseyerek bizi ısıtan güneşin sevinci, yerini büyük bir kaygıya bıraktı. Artık o güneş zamansız çıkıp neşelendirmiyor bizi. Tersine sırasız,  dengesiz hali ruhumuzu da etkiliyor. Oysa ne güzeldir baharın zamanında gelmesi. Çiçeklerin açması, dallarda yeşilin tüm renklerini görmek… Ardından gelen sıcaklarda deniz kenarına serilmek, özgürlük için kulaç sallamak. Güz romantik bir mevsim… Aşıklar için biçilmiş kaftan. Artık kendini bırakmaya karar veren sararmış yapraklar vardır görüntüde. Terk edilmiş parklar… elbette bir doğa harikasıdır kış. Bir mucize desek gökten süzülen pamuklara… Toprakla buluştukları an değişen o yepyeni çehreye ne demeli?

İnsan tüm bunları fark ederse, yudumlamayı becerir, ruhundan bir parçayı doğaya katarsa mutlu olur. Soluk aldığını anlar.

KIŞ GELİNCE FELAKETİM OLUR…

Çalışmak zorunluluğu gibi berbat bir fikir aşılanmış bize. Oysa insan biricik yaşantısını kendini gerçekleştirmek, düşünsel olanaklar bulmak, hazlar edinmek için kullanmak ister. Sınırlı zamanı dayatmalara heba etmek trajik… Kış gelip, pencereden dışarı bakarken, eğer elinde demli bir çay varsa, keyfine doyum olmaz. Paylaşan, dayanışma halinde olan bir toplum birlikte eğlenmeye, zor anlarda iş bölümü yapıp, birlikte hazzı üretmeye olanak bulur.  Doğanın bize sunduğu o benzersiz manzara içinde özgürce soluk almak romantik bir düş değildir aslında. Bir haktır. Kaç zamandır temel haklarımızdan vazgeçtiğimizi düşününce, karamsarlığa kapılıyorum.

Sabah akşam koşturup, bir devletin içinde yer bulup, hayatta kalmaya çabalıyoruz. Ürettiğimizin büyük kısmını haraç olarak, vergi adı altında elimizden alıyorlar. Gün gelip çocuğumuzla, sıcak bir evde, dışarıyı sevinçle izlemeye gelince, bir ses ‘olmaz!’ diyor. Kartopu oynamak yasak, güler yüzlü bir fırıncıdan sıcak iki somun ekmek alıp düşlere dalmak abartılı bir istek? Niçin?

GARİP DÖNGÜNÜN KURBANLARI

Bankalar böyle günlerde açık olmasa, borsa abuk sabuk nedenlerle inip çıkmasa, kimi tahviller yüzünden millet birbirini yemese, böyle bir günde kanun hükmünde kararname çıkıp sinirlerimiz zıplamasa, bir savcı mutlaka o gün iddianame yazmak zorunda kalmasa, o gün memurlar diye bir kitle can çekişmese, servis adı altında insanlar üst üste yığılmak zorunda kalmasa, en güzel kıyafetleriyle yola koyulan kadınlar, erkekler rüzgarda savrulup insanlıktan çıkmasa, birileri bize sigorta satmak için kapımıza dayanmasa, uzay üssüne benzer ofislere varmak için zavallı beyaz yakalılar yollarda eriyip gitmese, işçiler o gün harç karmasa ne olur yani? Ne eksilir?

Kar yağdığında birlikte ekmek üretsek. Hastalarımıza birlikte çorba yapsak… Odunlarımızı birlikte kesip, ısınsak… Meyvemizin yarısını bölüşsek… Sonra çıkıp kartopu oynasak… Koca havuç burunlu bir kardan adam yapsak… Terden sırılsıklam olsak, gönlümüzce üşüsek, bağırsak, sevinç naraları atsak ve doğaya dokunduğumuzu ve parçası olduğumuzu anımsasak keşke…

EZBERİN SIKAN TEKRARI

İstanbul… bize benzersiz olanaklar sunuyor. Seyretmeye zamanı olanlar için bin bir biçime giriyor. Düşünüp anlamak isteyene, sırlarını veriyor. İşitmek isteyene güzel bir şarkı söylüyor. Ama gerçek bu mu ya?

Canımızı kurtarmak için çırpınıyoruz. Yollar jilet gibi kaygan, insanlar esir düşmüş doğaya. Bir yerden bir yere varmak neredeyse olanaksız. Sokaklar ışıksız, korku filmi gibi dört yan. Elde olmadan en karamsar senaryo düşüyor akla, bir de deprem eklense bu akışa!

Kaderin kollarına bırakmışız kendimizi savrulup duruyoruz. Bunca çalışıyoruz da; sokakta donarak ölenlere çözüm bulabildik mi? Engellilerimize yol yapabildik mi? Çocukların oynayacağı bahçelerimiz var mı? İnsanımız sokağa korkmadan çıkabiliyor mu?

En önemlisi kar topu oynama özgürlüğümüz var mı?