Her kitapsever yaşadığı şehirde dört gözle kitap fuarının açılmasını bekler. Kitap çokluğu ve çeşitliliği onu heyecanlandırır. Okuyup sevdiği, tiryakisi olduğu yazarlar ile tanışıp konuşma fırsatı yakalar. Eskiden kitap fuarı denildiğinde akla sadece İstanbul Tepebaşı’ndaki TÜYAP Kitap Fuarı gelirdi. Sonra Anadolu’nun pek çok şehrinde birden çok kitap fuarları açıldı. Ama Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı bu alanın en üstündeki yerini muhafaza ediyor.

Sadece “nostaljik bir sızlama” eski kitap kurtlarının yüreğindeki yerinde duruyor:

-Ah o Tepebaşı’ndaki kitap fuarı!

Kitap Fuarı’nın Beylikdüzü’ne taşınmasında TÜYAP Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Ünal ile birlikte imzası olan Kitap Fuarları Genel Koordinatörü Deniz Kavukçuoğlu Abim bu yöndeki eleştirileri en baştan beri şöyle yanıtlardı:

-İstanbul’un merkezinde bu kapasitede bir alan yok!

 Bu yıl TÜYAP 28 Ekim 2023 Cumartesi günü 40. kez kapılarını açtı. Fuarın müdavimleri açısından tek ve büyük bir eksiği vardı:

-Deniz Kavukçuoğlu’nun yokluğu!

Neyse ki onun vefalı dostları Bülent Ünal, Kenan Kocatürk ve Metin Celal, Deniz Kavukçuoğlu için 80. Yaş Günü anısına bir toplantı düzenlediler, bir de yakın dostlarının yazılarından oluşan armağan kitap bastırdılar.

40. TÜYAP’ın mutluluk veren gelişmelerinin başında bu yılki Onur Yazarı  Prof. Dr. Nermin Abadan Unat vardı. Cumhuriyet’in Yüzüncü Yılı temalı organizasyona en yakışan abide bilim insanı olarak tarihe geçti.

TÜYAP bu yıl geriye doğru bu ödüle değer görülen “35 Onur Yazarı” için Faruk Şüyun’un hazırladığı bir de kitap bastı. Pek çok değerli isimden oluşan görkemli bir resmi geçit kitabı… İlk  Onur Yazarı Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı takip eden Nadir Nadi, TÜYAP’ın amblemini çizen Turhan Selçuk, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Rıfat Ilgaz, Server Tanilli, Fethi Naci, Melih Cevdet Anday’lı liste uzayıp Nermin Abadan Unat’a kadar geliyor.

Gelecek yıl TÜYAP 41 yaşına basacak. Acaba 2024’ün Onur Yazarı kim olacak? Fuarın sivil toplum kuruluşları, dernekler, vakıflar, inisiyatifler bölümünün bulunduğu koridorun başında küçük bir stantta sessizce kitaplarını imzalayan Doç. Dr. İsmail Beşikci’nin önünde imza sırası bekleyen iki genç kadından biri diğerine soruyordu:

-İsmail Hoca hiç Onur Yazarı oldu mu?

-Tabii ki hayır!

-Neden tabii ki?

-O bizim ‘zencimiz’ de ondan!

İki kadın Beşikci’nin önüne geldikleri için konuşmaları bitti. 1939’da Çorum’un İskilip ilçesinde dünyaya gelen Beşikci Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) Kamu Yönetimi Bölümü’nden 1962 yılında mezun oldu. Gelecekte ülkeyi yönetecek kaymakam, vali adayı gençlerden biriydi. Maiyet memuru olarak başladığı görevinden Erzurum Atatürk Üniversitesi sosyoloji asistanlığı sınavını kazanınca istifa etti. Ve Türkiye’yi sonraki yıllarda derinden etkileyecek akademik kariyerine başladı. İsmail Beşikci Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan kendisinin de anlamadığı bir dilde konuşan insanlarla karşılaşmasından çok etkilendi: Kürtleri keşfetti!

Doktora tezini “Kışın Silvan Ovasında, Yazın Nemrut Yaylalarında Konaklayan Bir Göçebe Aşiretin Sosyal Organizasyonu” adıyla hazırlayıp 1967’de sundu. Bu çalışma “Göçebe Alikan Aşireti” adıyla 1969’da kitap olarak basıldı.

Bu başarısı onu, hayatını alt üst edecek zor-zalim-acımasız bir yolun başına getirip koydu. Beşikci toplam 17 yıl sürecek Türkiye’nin neredeyse bütün hapishanelerinden geçecek bu yolda bir adım geri atmadan yürüdü.

Devlet kendi okullarından yetişip onun tam zıddını söyleyen adamı hiç affetmedi. Çünkü devletin çok “sağlam” bir tezi vardı:

-Bu ülkede Kürt diye bir halk yoktur!

Beşikci bir bilim insanı olarak çalışmalarını hapishaneler arasında da sürdürdü. Çünkü “aydın olma onuru” bunu gerektiriyordu. Ulaştığı gerçekleri kamuoyu ile paylaşması zorunluydu. Ağır yaralı olarak ilerlediği yolda devletin en tepesindeki bir adama (Başbakan Süleyman Demirel) 1991 yılında Diyarbakır’da yapılan bakanlar kurulu toplantısında şu sözleri söyletti:

-Kürt realitesini tanıyoruz!

Başbakan bu hak teslimini yaparken İsmail Beşikci hâlâ hapishaneler arasındaki yolculuğuna devam ediyordu. Onu geri adım attırmayan şey bilimin gücü ve aydın namusu idi. Onu araştırmaların sonuçları değil bulguları ilgilendiriyordu. Bir tıp doktoru, yakın akrabasında kanser tümörü tespit ettiğinde, “aman o üzülmesin” diye hastalığını nasıl gizleyip saklamıyorsa Beşikci de öyle yapıyordu:

-Bu ülkede toplumsal yaşamı derinden etkileyen bir asimilasyon kanseri var!

Hasta; kanser tespiti yapan doktora inanır tedavi olur. İnanmaz başka doktora gider. Ama onu hapse atabilir mi?

Türkiye’nin düzeni, teşhisi dolayısıyla Doktor İsmail Beşikci’ye bunu yaptı!

Beşikci bugüne kadar 46 kitap yazdı. TÜYAP, 41. Yılı için “Onur Yazarı” adayları seçkisi hazırlarken, imza sırasında bekleyen genç kadınların kafasındaki soruları da dikkate alır mı?

Beşikci aydın namusuyla aşağıdaki üçlünün karşısında çok şık duruyor:    

-Kitap-onur-yazar!