Kral çıplak bile değil; giysi bir yana “Kral” kalmadı!...
Döviz bir günde ve hızlı biçimde yükselince, yeni bir suçlama ve kavga nedeni daha bulundu... Nereye kadar uzanacağını, henüz bilmiyoruz.
İşin garibi, bir yandan “aynı gemideyiz” şarkılarının gündeme sokulduğu, öte yandan “ekonomik darbe” girişiminden ve ekonomik tetikçilerle teröristlerden söz edildiğini izlerken, kimlerin “aynı gemideyiz” lafı edebileceği üzerine bile tartışmalar yaşandığını gördük.
Neyse döviz biraz düştü de, Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı, Twitter üzerinde “Türk milletinin feraseti, Cumhurbaşkanımızın liderliği ile bu ekonomik darbe girişiminin” savuşturulduğunu müjdeledi!...
Müjde iyi de, dolar 7 TL’ye ulaşmışken döviz bozduranlar var ya, bu küçücük zaman aralığında kimler, ne kadar para kazandı diye merak etmiyor değilim.
Öte yandan, dolarlarını yakan, ABD’den gelen malları boykot eden vatandaşlarımın, dövizdeki düşmenin sürmesi ve kalıcı olmasına ilişkin neler düşündüklerini de merak ediyorum. Yani, yeniden canlarının yanmaması için akıllarından geçen ne!
Örneğin, bütün ülkeyi sarsan ve henüz tümüyle atlatıldığını düşünmenin mümkün olmadığı Türk parasının değersizleşmesi sorununu, rahip vakası, Trump twiti ile açıklamak yetiyor mu onlara?
İkide bir birlik ve beraberliğimizi kanıtlamak durumunda kalmamak için soruyorum bunları. Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısından bu kadar değer kaybetmesinin –dolar babaları dışında- kimse için sevinilecek yanı yok, öyleyse, ne yaptığımız da, ne yapmamız gerektiğini bilmek durumundayız... Örneğin, şimdi Katar Emirinin ziyaret haberi de varken, “bugünü kurtaralım, yarına Allah kerim” diyerek rahatlayalım mı?
Doların hızla yükselmesinde ABD ve Trump’ı tümüyle meselenin dışında bırakmayı da düşünmüyorum. Ne var ki, en azından, bir twitin bu kadar etki yapması için karşısındaki hedefin halini de düşünmek gerektiği kanısındayım.
Evet biliyoruz; Hükümet, buraya gelinmesinde kendilerine ilişkin bir sorumluluğu kabul etmediği gibi, ekonomik açıdan sorunlu bir durum, bir kırılganlık olduğunu da düşünmemekte. Her şey tıkırında giderken birileri tekerleğe çomak sokmuş!... Suçlu da belli!...
Peki, aynı gemideyiz şarkılarını söyleyen vatandaşa gemini halini anlatan var mı? Gemi bizim de, rotayı çizen kim; gemi nereye gidiyor; ne götürüyor; mal kimin; kim ne kazanıyor? Yani gemi deyip geçmemek lazım!
O nedenle vatandaşın da, dış borçlardaki inanılmaz artışı, paranın inşaat gibi üretken olmayan sektörlerde harcanmasını, üretimin dışa bağımlılığı, sıcak paranın bir gün çekilme olasılığını bilip bilmediklerini merak ediyorum. Kısacası, üretenin de, tüketenin de borçtan yediğini gösteren rakamlarla araları nasıl?
Üretimde kullanılan girdi oranının birçok sektöre yüzde 50’yi geçiyor; 2002’den 2018’e doğru geldiğimizde kamudan çok özel sektöre ve hanehalkına ait borçların durmadan arttığı görülmekte. 2018’e gelindiğinde, kamunun borcunun gayri safi milli gelirin (GSYH) yüzde 30’ları düzeyine düşmüş, reel sektör, bankalar ve hanehalkı borçları ise GSYH’nın yüzde 120’sine ulaşmış bulunmakta.
Yani, tıkır tıkır işler görünen ekonominin- ya da yolunda giden geminin- Andersen’in masalını hatırlattığını söyleyebiliriz. Hani, kendini beğenmiş kralın dünyada eşi olmayan bir elbise giydiğini sanarak halkın karşısına çıktığı, hizmetkarları gibi halkın da bu masala inanmış göründüğü, yalnızca bir çocuğun “kral çıplak” diye bağırdığı masal...
Birileri borç parayla büyüme masalları, sınıf atlama rüyaları pazarlamış; gelen para ise, birilerinin sınıf atlamasına yarasa da, reel yatırımlara dönüşmediğinden ülkenin kamburunu büyütmüş!... Bu koşullarda ekonominin darboğaza girmesi de zaman meselesi!...
Birçok iktisatçı bunları söylüyordu ama kralın giysisinin benzersizliği gibi Türkiye ekonomisinin benzersizliğini pazarlayanlar bunları duymak istemiyordu. Anlaşılır tabi; cebi dolarken, kralın çıplaklığını kim, neden duysun ki!...
Öte yandan, harç borçla da olsa tüketimi tatmış ve daha fazlasını isteyen halkın da söylenenlere kulak astığı söylenemez. Oysa, bir gün denizin biteceğini düşünmek hiç zor değildi. En başta, yabancı paranın geri çekilmesi ihtimali her zaman vardı; asıl derdi cebini nerede daha fazla ve daha çabuk doldurmak olan bir sistemde başka türlüsü beklenemezdi çünkü!
Böyle bir dünyada ulus devletlerin ulusallıklarını yitirmemelerine de imkan yok; küresel kapitalizm karşısından en güçlü devletler bile boyun eğmiş durumda. Örneğin, onca yoksulluk ve adaletsizliğe karşın sosyal devleti “mışlayıp”, sosyal yardımlarla durumu idare etmeye çalışırlarken, ekonomik kriz karşısında “batamayacak kadar büyük “ deyip, işleri değil ama şirketleri kurtardıklarını görmedik mi?
İşin hazin yanı da, bunlardan söz etmenin “ideolojik” bulunması!... Oysa, milliyetçilik de bir ideoloji; daha kötüsü ise, milli diye bir şeyin kalmadığı, ulus devletin küresel piyasanın ajanı durumuna geldiği, özellikle bizim gibi ülkelerde siyasetin ve hükümetlerin esas kaygılarının bu piyasayla, bu piyasada var olmakla ilgili olduğu bir zamanda, milliyetçilik ve milli duygulardan söz etmenin hayli kandırmaca içerdiğini unutmamak gerekmekte.
Sonuç olarak, masaldaki terzinin kralın kendini beğenmişliğini kullanması gibi, bu ülkede de korkular, çaresizlikler ve özlemleri iyi kullanmayı bilenler var. O nedenle, her şey tamam ve tıkırında havaları atmak, içi boşalmış kurum ve değerler var”mış” gibi yapmak da mümkün oluyor.
Ne var ki, kral yalnız çıplak olmakla kalmıyor; giderek kralın çıplaklığı mesele olmaktan çıkıyor bu ülkede. Esasın değil, “mış”ların hüküm sürdüğü, kurumların, kavramların, ilkelerin, değerlerin tükendiği noktaya sürüklenmek de böyle olmakta. Korkuların, düşmanlıkların durmadan bilenmesinin de asıl nedeni de, çıplak bir kralın bile kalmadığının anlaşılmasını önlemek!...