Başta kadın örgütleri olmak üzere sokak sesini yükseltti, Meclis muhalefeti işini iyi yaptı, anaakım medya uzun süre sonra ilk kez iktidarın bir icraatına karşı tutum takındı, yandaş medya kendi tabanlarını ikna etmekte başarısız oldu ve çocuk istismarına af getiren düzenleme, zevahiri kurtarmak adına “uzlaşma yanlısı, demokrat ve bilge liderin uyarısı” devreye sokularak geri çekildi.

. Yılgınlığa düşmeden, umutsuzluğa kapılmadan, ülkeden, insandan ve dünyadan umudu kesmeden, “Bu daha başlangıç” diyerek mücadeleye devam!

Öncelikle şunu söyleyelim, kimse eğip bükmesin, ortada toplumsal muhalefetin bir başarısı, iktidarın ise yenilgisi var; tasarıyı bu haliyle geçirmenin sonuçlarını en azından şimdilik göze alamadılar ve nicedir yapmadıkları bir şekilde geri adım atmaya mecbur kaldılar.

Peki bu geri adım, çocuk evliliklerini meşrulaştırmaya, tecavüze af getirmeye ve pedofiliyi legalleştirmeye yönelik şimdilik başarısız olan mevzubahis girişimi konuşmamızı engeller mi, konu kapanmış mıdır? Elbette ki hayır; çünkü bu yasa tasarısı, inşası devam etmekte olan ve anayasal statüye kavuşturulması için çabalanan rejimin doğası üzerine son derece önemli ipuçları vermektedir.

Yasa tasarısının Meclis’e geldiği geç saatlerde yayında olan CNN’deki “Neler Oluyor” programında yaşanan tartışmayı hatırlayalım örneğin. Konuklardan Karar gazetesi yazarı Vahdettin İnce, haberi duymasının ardından yaptığı değerlendirmede aynen şöyle demişti: “Bizim kültürümüzde reşit olmak ile Avrupa'da reşit olmak aynı değildir. Bizde reşit olmak kız çocuğu için muayyen halleridir, erkek çocuğu için ihtilam durumudur. Toplum değerlerini göz önünde bulunduracaksan yasayı buna göre kurarsın.”

Bu üç cümle İslamcılığın topluma, hukuka, Cumhuriyet'e, laikliğe, Türkiye’ye ve dünyaya bakışının mükemmel bir özetidir adeta: “Bizim kültürümüz”le Avrupa’nın kültürü aynı değildir, bu yüzden Avrupa’dan aldığımız tercüme yasalardan bir an önce vazgeçmemiz ve kendi değerlerimize uygun yasalar yapmamız gerekmektedir. 1923 Türkiyesi kurulurken Batı yasaları aynen alınmış, bu taklitçi zihniyet milli bünyemize büyük zararlar vermiştir. Artık bu taklitçi zihniyeti terk ederek özümüze dönmemiz ve hukuk sistemimizi milli bünyemize uygun bir veçheye kavuşturmamız şarttır.”

Ancak mesele bundan ibaret değildir; İnce şöyle demiş olmaktadır ayrıca: “Kanunda reşit olma yaşı ile dindeki reşit olma yaşı aynı değildir, dolayısıyla evlilik yaşı da aynı değildir. İnsan yapımı yasalar, ilahi yasalara, dinin hükümlerine aykırı olamazlar, aykırı iseler düzeltilmeleri gerekir, böyle bir aykırılık durumu söz konusu olduğunda ise biz ilahi yasaya uyarız.”

İnce’nin sesini, rejimin zaman zaman duyulur hale gelen iç sesi olarak görebiliriz aslında. Daha önce de defalarca yazdığım üzere iktidar partisi anayasaya hiçbir zaman “Türkiye şeriatla yönetilmektedir” yazamayacaktır belki, ama siyasal ve toplumsal yaşamın yazılı olmayan bir üst ilkeye göre düzenlenmesine ilişkin tahayyülden de asla vazgeçmeyecektir; bu üst ilke ise dindir. Dolayısıyla şeriat hayaleti, adı konulmamış ve ilan edilmemiş ama fiili bir şekilde Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yaşamının üzerinde gezinerek siyasal ve toplumsal yaşamı da, hukuk sistemini de belirlemeye devam edecektir.

Buradan yola çıkarak söylenmesi ve üzerinde ciddiyetle durulması gereken şey ise şudur: Türkiye’deki rejim değişikliği tartışmaları hiçbir şekilde anayasa değişikliğine ve başkanlığa indirgenerek yapılamaz; çünkü Türkiye’de fiili bir rejim inşası devam etmektedir ve yapılmak istenen bu inşa sürecini anayasal statüye kavuşturarak taçlandırmaktır. Dolayısıyla, anayasa değişmese ve başkanlık sistemine geçilmese dahi, rejimin fiilen değişmekte ve yeni bir rejimin fiilen inşa edilmekte olduğu gerçeği unutulmamalıdır, aksi iktidarın doğasını da niyetlerini de, yol haritasını da anlamamak demektir çünkü.

İşte son anda geri adım atılan af tasarısı rejimin iç sesinin duyulur hale gelmesinin, rejimin tahayyül ettiği toplumsal düzenin, rejimin reşit olmaya, hukuka, kadınlara ve evliliğe bakışının somutlaştığı muazzam bir örnektir. Tam da bu nedenle rejim karşıtı mücadele, basitçe anayasa değişikliğine ve başkanlık sistemine karşı mücadele değildir, rejimin fiili inşasına ve yaşamın bütün alanlarını kendi tahayyülü doğrultusunda topyekûn olarak dönüştürme faaliyetine karşı verilmesi gereken topyekûn bir mücadeledir.

“Küçüğün rızası” tabiriyle hafızalarımıza kazınan tasarı rejimin fıtratını ortaya koydu, yasaya karşı verilen mücadele ise “Nasıl yapmalı?” sorusunun yanıtını. “Fiili duruma hukuk yaratma” oyunu elbette ki devam edecek, başkanlık da bunun zirve noktası olacak. Yılgınlığa düşmeden, umutsuzluğa kapılmadan, ülkeden, insandan ve dünyadan umudu kesmeden, “Bu daha başlangıç” diyerek mücadeleye devam!