Bir kulübede saraydan farklı düşünülür” demişti Marx ve elbette ki haklıydı; çünkü “İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir, tam tersine, onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.” Dolayısıyla bir köle ile efendi, bir emekçi ile patron, ezilenler ile ezenler aynı bakmaz dünyaya, oturulan evden yenilen yemeğe kadar her şey bilinci ve bakışı farklılaştırır.

Ancak unutmamak gerekir ki, “Hâkim sınıfın fikirleri her çağda hâkim fikirlerdir”, ideoloji böyle çalışır, hâkim sınıfın çıkarlarını tüm toplumun çıkarlarıymış gibi sunarak bir “yanlış bilinç” yaratır. Yani sömürü düzeni hiçbir zaman çıplak zor esası üzerine oturmaz, kitleleri bu düzenin en iyisi olduğuna, çalışırsa onun da başarılı olabileceğine ya da bu her şeyin takdir-i ilahi olduğuna, isyan etmemesi gerektiğine, öbür dünyada ödüllendirileceğine vs. ikna eder, onların rızasını alır ve böylelikle kendini yeniden üretir.

“Marksizme giriş” dersi gibi oldu ama devam edelim. Faşizm, kitlelerin bilinçsiz ve kendiliğinden sınıf kinini ve sömürü düzenine olan öfkesini manipüle ederek, o kin ve öfkeyi şekilsiz, apolitizmle yoğrulmuş bir “hınç” haline getirerek işler. Bu nedenle faşizmde sömürü düzenine yönelik öfke hiçbir zaman düzenin gerçek sahiplerine ve işleyiş mekanizmalarına yönelmez, hep hayali düşmanlarla, sahte faillerle savaşılır, onlarla mücadele edilir.

Örneğin Nazi Almanya’sında Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan yoksulluk ve sefaletten kaynaklı büyük öfke “mutlak kötü Yahudi” hayaletiyle manipüle edilmiş, Alman halkı içinde bulunduğu durumun müsebbibi olarak Yahudileri görmüştür. Nazizm, “Büyük Yahudi komplosu”na, yani dünyanın bir avuç Yahudi tarafından yönetildiğine ve “Yahudi Bolşevik işbirliği”nin Alman ulusunu yok etmek istediğine kitleleri inandırabilmiş, kitleler de kandırılmaya razı olmuşlardır.

•••

Bugün kendine “Osmanlı torunları” diyen lümpenlerin dedelerine Osmanlı hanedanı “reaya”, yani “sürü” derdi; padişah ise sürüyü güden, yediren, içiren, koruyan ve elbette ki etinden, sütünden, yününden faydalanan çobandı. Çoban çobanlığını, sürü sürülüğünü bildiği sürece sorun yoktu, ayaklar baş olmaya kalkışmadıkça devlet “ebed müddet” var olmaya devam ederdi.

Yeni Osmanlı olmaya heveslenenlerin çobanlık iddiaları şaşırtıcı değil bu yüzden, çünkü yurttaş değil reaya istiyorlar, çünkü yurttaş değil tebaa istiyorlar. Bu nedenle, Platon’dan günümüze siyasal düşünceler tarihinde hiçbir anti-demokratik düşünürün aklına gelmemiş bir argümanı dalga geçercesine kamuoyuna sunuyorlar, rektörlük seçimlerini “Gerilim yaratıyor” diye iptal ettiklerini açıklıyorlar.

Bunu söyleyenlerin sürekli olarak siyaseti sandığa endesklemeleri, rakiplerini sandığa saygı göstermemekle itham etmeleri,

Milli irade fetişizmleri, çoğunluğun despotizmini demokrasi diye yutturmaya çalışmaları işin ironik kısmı elbette. Ama rahatlar, çünkü reayalaştırılmış, sürüleştirilmiş kitleler çağında bir tutarlılığa ihtiyaç bulunmuyor. Ak denilen kara, kara denilen ak olduğunda da herhangi bir itiraz yükselmiyor, çünkü “hikmetinden sual olunmaz” olan çoban, sürü için neyin iyi neyin doğru olduğunu biliyor, sürüye ise biat etmek, itaat etmek düşüyor.

•••

Peki az önce sözünü ettiğimiz “sınıf kini” bunun neresinde duruyor, reayanın “bilinçsiz sınıf bilinci”nin hayali düşmanlara yönelmesi ve böylece çobanın çobanlığını sürdürmesi nasıl söz konusu oluyor?

Boğaziçi ya da ODTÜ örneğine bakalım hemen. Reaya, muazzam propaganda aygıtının belirlediği bilinciyle bu okullarda okuyanlara “Kodaman çocukları” diyor, kendi çocuklarının bu okullarda okuyamamasının nedeninin sömürü düzeni değil, “beyaz Türkler”, “laikçiler”, “yerli ve milli değerlere uzak olan din-devlet-vatan-millet düşmanları” olduğuna inanıyor. Reaya, içinde bulunduğu durumun, yaşadığı sefaletin ve yoksulluğun gerçek nedenini göremedikçe, akla, bilime, düşünceye, sanata, okumuş insana düşman oluyor; güce tapan, güçle özdeşleşen “sürü ahlakı” beraberinde “hınç” getiriyor. Kulübede ve sarayda farklı düşünülüyor elbette ama kulübedekilerin önemlice bir kısmı kendini saraylı zannediyor, bilincini o “zannetme” hali belirliyor.

İktidar bu hınçtan aldığı güçle “proje okullar” adı altında Türkiye’nin en iyi liselerine saldırıyor, rektörlük seçimlerini böylesine kolay kaldırabiliyor, Ankara’yı oğullarıyla birlikte parsel parsel çiftlik gibi yöneten başkan bu hınçtan aldığı güçle ODTÜ’yü hedef tahtasına yerleştirebiliyor. Reayanın hıncı, çoban tarafından “cehaletin saltanatı” devam edebilsin diye kullanılıyor, çünkü çobanın çoban olarak kalması buna bağlı, çünkü sürünün idaresi bundan geçiyor.

Sürüleştirilmiş kitleler çağında kulübedekilerin saraydan farklı düşünmesini, kendine sürü muamelesi yapılanların koyun olmadıklarını fark etmesini sağlamak… Bunun nasıl olacağı üzerine kafa yormamız gerekiyor.