Zamanında Milli Eğitim Bakanlarından biri, “okullar olmasaydı Milli Eğitimi nasıl da iyi idare edeceği”ne dair bir cümle sarf etmişti. ‘Mardin ruhu’nu da buna benzetmek gerekiyor: ‘Çözüm’ adına yapılan açıklamada, adeta “Kürtler olmasa Kürt sorununu kolaylıkla çözerdik” deniyor; çünkü duyurulan on maddelik planın hiçbir yerinde ‘Kürtler’ bulunmuyor. ‘Kürtler’ derken, sadece etnik bir gruba değil, ‘etnik kimliğinden yola çıkarak kolektif haklar talep eden bir halka ve onun siyasi temsilcilerine’ işaret ediyorum. Bu açıdan bakıldığında ‘yeni’ olduğu iddia edilen planın, eskinin bir tekrarı olduğunu görebiliyoruz; çünkü bu planda da ‘Kürtler’ bulunmuyor, Kürt sorununun Kürtler olmadan çözülebileceğine yönelik yanlış inanç devam ediyor.

Bu inancın gerisinde meselenin ‘etno-politik’ bir mesele olduğunun ısrarla görülmek istenmemesinin bulunduğunu düşünüyorum. İktidar hâlâ meseleyi ‘yapay’, ‘dış güçlerin kaşıdığı’ ve ‘din kardeşliğiyle çözülebilecek’ bir mesele olarak görüyor. Başbakan’ın sürekli olarak Selahaddin Eyyubi ve Alpaslan’dan bahsetmesi, ‘Haçlılar’ benzetmesi, Sykes-Picot’ya vurgu yapması bundan. Bu bakış açısına göre, 150 yıl öncesine dönebilsek, yani etnik kimliklerin henüz siyaset sahnesinde yer almadığı ve ümmet bilincinin belirleyici olduğu günler geri gelse, her şey yoluna girecek.

Oysa bu mümkün değil. Kürt sorununu İslam kardeşliği, ümmet bilinci, yeni-Osmanlıcılık vs. çözemez, buradan bir sonuç çıkmaz. Etno-politik bir sorun olarak Kürt sorunu, BirGün’de geçen haftalarda yayımlanan üçlememde de anlatmaya çalıştığım üzere, ancak Kürtlerin bir statü sahibi olmalarıyla çözülebilir. Bunun için çıkış noktası ise anayasal ve hukuksal olarak tarif edilmiş, siyasi ve idari düzenlemelerle içi doldurulmuş bir ‘eşit yurttaşlık’ projesidir.