2012’den beri her 20 Mart’ta yayınlanan son Dünya Mutluluk Raporu’na göre Finlandiya ard arda yedinci kez dünyanın en mutlu ülkesi oldu. Ne diyelim, maşallah. Darısı bizim gibi diğer mutsuzların başına. Yarı merak yarı haset duygusuyla insan sormadan edemiyor, peki nereden geliyor bu istikrarın suyu? 

Finlandiya’yı Danimarka, İzlanda ve İsveç takip ediyor. Demek ki mutluluk ‘kuzeyli’. İnsanların kendi yaşamlarına dair verdiği öznel cevapları içeren raporda soruların dayandırıldığı temel değişkenler ise şöyle sıralanmış: kişi başına düşen gayri safi yurt içi hasıla, sosyal destek, sağlıklı yaşam beklentisi, özgürlük, cömertlik ve yolsuzluk algısı. Hepsi göz önüne alındığında, en kötü 0’dan en iyi 10’a kadar numaralandırılmış bir tabloya bakıp şu anki hayatınızı kaçıncı sıraya koyarsınız? 

İyi bir gelirin, ihtiyaç halinde alınan güçlü bir sosyal desteğin, sağlıklı ve güvenli bir çevrenin, din-dil-ırk-cinsiyet farkından dolayı ayrımcılığa uğramamanın, fikirlerini özgürce ifade edebilmenin insanların mutluluk algısı üzerindeki etkisi tartışmasız öneme sahip. Bunlar, kişinin gerek şahsi gerek parçası olduğu toplumun geleceği söz konusu olduğunda kendini güvende ve mutlu hissetmesini sağlayan somut imkanlar. 

Ve bu imkanlardan herkesin layıkıyla yararlanabilmesinin ön koşulu da mali şeffaflığa önem veren, hukuku tanıyan, demokrasiye inanan, basın ve fikir özgürlüğüne saygı duyan bir yönetim anlayışı ve bu konuda devamlılık ve istikrar sağlayan kurumların güvenirliği. 

Ülkelerin mutluluk listesindeki sıralamasına bu gözle baktığımızda çerçeve genişliyor. Yoksa güneşli, sıcak, eğlenceli güneyin; buzla çevrili, soğuk, sıkıcı kuzeyden daha fazla mutluluk potansiyeli taşıdığını herkes bilir yani. Ama görüyoruz işte mesele o değil. Hiç değil hem de. 

Diğer yandan, rapora göre gençlerin mutluluk algısındaki düşüş yaşlılara oranla dikkat çekici. Uzmanların saydığı sebepler arasında artan gelir eşitsizliği, ekonomik kriz, barınma sorunu, sosyal medya, savaşlar ve iklim değişikliği var. Türkiye özelinde bakıldığında da tablo değişmiyor. 30 yaş altındaki gençler, 60 yaş üstü kişilere göre daha mutsuz. İki küme arasındaki, özellikle ‘Y’ kuşağı diye tarif edilen kesimin “olan bize oldu, emeklerimiz heba oldu” benzeri serzenişlerinin her geçen gün arttığını da bir iç gözlemci olarak rahatlıkla söyleyebilirim. 

Türkiye’de Y kuşağı, insanı başarıya götürenin iyi bir eğitim almaktan geçtiğine inanmış, yetenek ve becerilerini geliştirmek konusunda çaba göstermişti. Farklı sosyal ve ekonomik sınıftan pek çok çocuk/genç Anadolu Liseleri ve üniversiteler gibi iyi devlet okullarında okuyabilme fırsatını yakalayabilmişti. Ancak iyi bir eğitim sayesinde ulaşabileceğine inandığı kariyer pozisyonlarının bugün sadece iktidardan torpilli, lüks arabasına şiir yazan küçük bir zümre tarafından işgal edildiğini görmek sağlam bir mutsuzluk kaynağıdır işte. 

KONDA Araştırma Şirketi’nin, 18-30 yaş aralığındaki kişileri kapsayan son anket sonuçlarına göre, katılımcıların yüzde 30’u, 31 Mart yerel seçimlerinde hangi adaya oy vereceği konusunda kararsız. Gençlerin yüzde 14’ü ise sandığa gitmeyeceğini söylemiş. Sıradan hayatlarına, maddi-manevi, haddinden fazla müdehale edilmiş ve kendini zorunlu bir politik taraftarlık içinde bulan gençlerin, kof hamlelerle yükseltilen umutlarının yine aynı hızda düştüğünü görmek şaşırtıcı değil. 

Dünyada teknoloji, robotların kendi aklına göre hareket edip kapris yapmaya başladığı bir seviyeye ulaşmışken, daha bir yıl önce Türkiye’de gençlerden, ceplerinde taşıdıkları akıllı telefonların hesabı soruluyordu. İktidarın enine çizgili dayı ve yengelerinin sosyal refahtan anladığı bundan ibaretti. Oysa, bize üç beden büyük gelen kuzey ülkelerinin istikrarlı mutluluğu gösteriyor ki bu en başta devleti yönetenlerin hedefi olmalı. Formülü açık; güvenilir kurumlar, hizmet odaklı siyaset.