Türkiye Cumhuriyeti’nin “tapu belgesi” olan Lozan Barış Antlaşması’nın dün 100’üncü yıldönümüydü. Tam bağımsız bir ülkede, onurlu, eşit ve barış içinde yaşamak isteyen, Kuvayi Milliye kültürüyle yetişmiş insanlar, yüz yılda bir ulaşabileceğimiz önemli ve anlamlı bugünü, buruk bir coşkuyla kutladılar.

Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk ve arkadaşlarının emperyalistlere karşı vermiş olduğu Kurtuluş Savaşı zaferiyle kuruldu. “Laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti” ilkeleriyle yol aldı. Emeğe ve evrensel insan haklarına sahip çıktığı, “yurtta ve dünyada barıştan” yana kararlı durduğu için 80 yıl boyunca çağdaş, saygın ve itibarlı bir devlet olarak hüküm sürdü. Ne yazık ki son 21 yıldır, Lozan Barış Anlaşması’nı kötüleyen, keşke “Yunan kazansaydı” diyen, vatana ihanet eden düşüncelerini saklamayan bir anlayışın tasallutu altındayız.

***

26 Eylül 2016’deki muhtarlar toplantısında partili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Lozan Barış Antlaşması’yla ilgili olarak “1920'de bize Sevr'i gösterdiler, 1923'te Lozan'a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Bunun neresi zafer” sözlerini unutmak mümkün değil… Yetmedi, 7 Aralık 2017’de Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’a yaptığı resmi ziyaret sırasında, “Lozan Antlaşması'nın güncellenmesi gerektiğini vurgulayarak” antlaşmayla ilgili farklı görüşünü tüm dünyaya iletti. Bu düşüncenin nedeni, ya tarih bilgisinden yoksun ya da ülkenin bağımsızlığı ile ilgili bir problemi var…” Kaldı ki o tartışmada Pavlopulos’un, “Antlaşmayı gözden geçirme ya da değiştirme gibi bir kavramı kullanmıyoruz" cevabı, Erdoğan için yeni diplomatik hüsran olmuştu.

***

“Tarih bilgisi” çok önemlidir. Hele hele siyasiler için doğru düşünebilme ve yönetme yeteneğinin oluşabilmesinde önemli bilgi kaynağıdır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” demişti. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük eseri olan “Nutuk’ta” Atatürk, Lozan zaferini hem "tarih yaratıcısı" hem de "tarih yazıcısı" olarak “şöyle değerlendiriyor:

***

“Efendiler, Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra, düşman devletler tarafından Türkiye'ye, dört defa barış şartları teklif edilmiştir. Bunların birincisi, Sévres taslağıdır. Bu taslak hiçbir görüşmenin ürünü olmayıp İtilâf Devletleri tarafından Yunan Başvekili Venizelos'unda katılmasıyla düzenlenmiş ve Vahdettin'in hükûmeti tarafından 10 Ağustos 1920′de imza edilmiştir. Bu taslak, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce tartışılmaya değer bile sayılmamıştır.

***

Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası düşman devletler, Birinci İnönü Savaşı’ndan sonra toplanan Londra Konferansı’nın bitiminde bir kez daha barış antlaşması önermişler, Sevres’in tüm maddeleri tekrar edildiği için yine kabul görmemiş ve tartışma konusu dahi olmadan İkinci İnönü Savaşı başlatılmıştı…

***

Kazanılan zaferler düşman devletleri 3’üncü defa barış önerisi vermeye zorlamıştır. 22 Mart 1922’de, yani Sakarya Zaferi sonrası, Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması’nı takiben Paris’te toplanan İtilaf Devletleri dışişleri bakanlarınca bir teklif daha yapılmıştır. Bu öneri de ulusal amacımızı gerçekleştirecek nitelikten uzaktı. 4’üncü Barış önerisiLozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanan görüşmelere konu olmuştur.

***

Atatürk, Lozan Antlaşmasını Kuvayı Milliye’nin kazandığı tüm zaferlerden daha üstün görmüştür ve bu Antlaşma’yla, Atatürk’ün iki büyük eserinden biri olan Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Dünyada yeni ve muzaffer bir ülke doğmuştur. Bu düşüncesini Nutuk’ta şöyle dile getiriyor: “Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Antlaşması'ndaki hükümleri öteki barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sévres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!”

***

Ve ne yazık ki, ülkenin varlığının yüzüncü yaşında kutlanması gereken bir coşku AKP’lilerce yine yok edilmiştir. Bu büyük zaferin sayesinde Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden AKP iktidarı, her zaman olduğu gibi Türkiye Cumhuriyetinin ulusal değerlerini yok saymaktadır. İktidar bir kez daha topluma gösterdi ki, Türkiye Cumhuriyeti’yle sorunu var… Anlaşılan, Darülharp’e katılmanın gereğini tüm hızıyla yerine getiriyor… İktidarın akıldaneleri, “iki ayyaştan” sonra şimdide İsmet İnönü’yü; yeteneksiz, yetkisiz, asker olmadığı gibi siyasi ve diplomasi kariyeri olmayan biri olarak değerlendiriyor… 1 ve 2. İnönü savaşlarını, Lozan Barış Antlaşması ve Mudanya Mütarekesi’ndeki başarılarını bilmeyen bu cahil adamların kini, akıllarını geçmiş, 100’üncü yıl yalanları da  ortaya çıkmıştır. Topluma nefret ve kin yayan bu güruhun kalpleri kötü düşünce doludur. Böyle bir psikolojiye sahip olanların herkese her şeyi söyleyebileceklerini zannetmeleri, Türkiye’nin içinde yaşadığı tehlikeyi göstermektedir. Dahası ne kadar zavallı, ne kadar zır cahil, ne kadar kin dolu olduklarının farkında bile değiller… Yani “Şecaat arz ederken Merd-i Kibti Sirkatin Söylerler.”