Kadınlarla kafayı bozmuş adamların yönettiği bir ülkenin yurttaşıyız. Bir türlü ‘Kadın’ demeyi başaramıyorlar. ‘Bacı’, ‘Bayan’, ‘Hanım’ diye sesleniyorlar onlara. ‘Anne’, ‘Karı’ olmalarını istiyorlar kadınların. Hem doğum makinesi olmaları gerekiyor, hem hizmetçi… Zevk aracı olarak görev yapmaları gerekiyor bir yandan, öte taraftan görünmez olmaları şart. Bir de kapı kapı dolaşıp ‘oy’ toplamaları gerekli…

‘Kadına Şiddet’ uygulanan ülkelerin en üst sıralarında yer alıyoruz. Üstelik okuryazar, muhafazakâr-devrimci, zengin-yoksul fark etmiyor; erkek zorbalığı alabildiğine egemen. Bir türlü kadınla eşit olmayı kendine yediremeyen erkekler dünyasının; sert, dayatmacı, kavgacı ikliminde yaşıyoruz. Koltuk, güç ve iktidar erkeklerde! Elbet bir önlem alınması ve kurallar konması gerekiyor, ağır cezalar ve yaptırımlara gereksinim var, bu zorbalığa ‘dur’ demek için! Peki ya bu kafa iktidarsa ne olacak?

‘Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır’ sözünü hiç sevmedim. Başrol yine erkektedir, yalandan bir övgü, sus payı düşmüştür kadına. Taktik aynıdır; erkek iktidarını güçlendirmek için, kadın geri planda durmalıdır. ‘Cennet anaların ayakları altındadır’ vurgusu da, aynı oranda tehlikelidir. Soyut bir vaattir bu. İçinde yaşadığımız dünyada çile çek, çoluk çocuk altında ezil, öte dünyada ödüllendirileceksin, demektir bu.

Kadını ‘kutsal’ bir varlık olarak tarif ederek, hayatın dışına itmek, benzer bir numaradır. ‘Çiçek’ olur kadın, ‘böcek’ olur kadın ama bir türlü ‘birey’ olamaz! Neden? Eğer eşit birey olarak görülürse hakları olur, bunları talep etmeye başlar, böylece erkek dünyasına çomak sokar. O halde, kadını sindirmenin en güzel yollarından biri ona kutsiyet atfetmek; çalışan, üreten, yaratan biri olması yerine ‘ana’ olmaya özendirmek, yaşamın dışına itmektir. Anne ya da baba olmak ne kariyer, ne özel bir durumdur. Doğanın getirdiği bir hakikat ve dürtüdür bu. Neden erkek, ‘baba’ olarak kutsal sayılmıyor ve eve kapatılmıyor mesela?

Kadına uygulanan şiddet için türlü önlemler almaya çabalıyor devlet. Yakıcı ve acı bir gerçek, kabinede sadece ‘Kadından Sorumlu’ bakanlık koltuğunda bir kadına yer verilmesi. Hoş adı da değişti ya; ‘Aileden Sorumlu’ bakanlık oluverdi. Şiddete karşı hiçbir önlemin tam anlamıyla koruma sağlamadığını biliyoruz. Kültürel, düşünsel ve etik düzlemde toplum gelişmedikçe bu olayların azalmayacağı ortada!

Öyle bir kavram var ki; her koşulda zalim haklı çıkıyor: ‘namus’! Temel kabul şu; kadınların bir ‘namus’a ihtiyacı var, ama erkeğin yok! Ya da farklı söylersek; erkek zaten namuslu, kadın potansiyel ‘Namus’suz! Nedir ‘Namus’? Salt apış arası bekçiliği yapmak mıdır? Altı yaşında çocuğu evlendirmeye kalkanlar namuslu; çocukların ırzına geçenler namuslu; hırsızlık yapanlar, rüşvet alanlar namuslu; günahsız insanları içeri tıkanlar namuslu; çocuk öldürenler namuslu; sınav sorusu çalanlar namuslu; eşi, dostu, akrabayı devlet dairelerine yerleştirenler namuslu; meydanlardan ölü çocukların annelerine sövüp sayanlar namuslu; düzmece belgelerle haysiyet cellatlığı yapanlar namuslu… Ama boşanmak isteyen kadın namussuz; örtünmeyen kadın namussuz; kahkaha atan kadın namussuz; sevdiğiyle sevişen kadın namussuz; çalışan kadın namussuz; dans eden, şarkı söyleyen kadın namussuz…

Bir AKP milletvekili ‘Mahallenin Namusu’ için görevliler koyalım önerisi getirmiş. Yani hırsıza, uğursuza, yalancıya görev verilecek. Ne için? Kadın; birey olmasın, özgürleşmesin, diye… Acı olan; bir de tıpış tıpış bu erkeklerin peşine takılan kadınlar olması... Yan yana Meclis’te oturup, alkış tutuyorlar. Malum özgürlük türbanda sadece! Celladına âşık kadınlar bu kişiler...

Toplum çoktan ikiye bölündü bile; bir yanda namusu bacak arasında arayanlar, öte yanda vicdanı namuslu olanlar...