Görünen köy kılavuz istemez. Üzülerek söylemeli, o klişe gerçek oluyor: “Kötü günler geride kaldı, daha kötüler geliyor.” Türk-İslam sentesinin kahramanlık, kan, ölüm mitleri ile yeni bir fetih öyküsü dayatanlar, Türkiye ve halklarının hem bugünü hem de geleceği ile oynuyor.

Erdoğan “Şehitler Tepesi” diyor, milliyetçiler, “uçmaklara varmak.” Oysa ne 'Şehiteler Tepesi’nin ne de “uçmakların” somut bir karşılığı var. Şehitler Tepesi, İslam mitolojisindeki en yüksek yerlerden biri. Diğeri gibi. İktidar ve küçük ortağı “uçarken” Türkiye, insanı ile birlikte dibe çakılıyor.

İdlib’deki saldırı ve en az 36 askerin yaşamını yitirmesi ile açılan cehennem kapılarının, Türkiye’deki önemli yansıması içeride sığınmacılar üzerinde oldu. Mülteciler Derneği’nin Şubat verilerine göre Türkiye’de 3 milyon 585 bin sığınmacı var. Erdoğan ise bu sayıyı 4 milyon olarak telafuz ediyor.

Sadece savaşın karanlık yüzünü değil, “yeni Türkiye’nin” korkutucu tablosunu da sığınmacılarla okuyabiliriz. Devlette; kırıntısı kalmayan akıl ile toplumun bir bölümünde bulunmayan feraset birleşince karanlık derinleşti. Sahi mülteci üzerinden ne görüyoruz?

Trajedi

“İdlib” sonrası, Erdoğan’ın “Kapıları açtık” demesi ile batı sınırına doğru büyük hareketlilik başladı. Kucağında bebekleri ile kapıları zorlayan ya da 200 Liralık botlarla kaçak geçiş yapmaya çalışan sığınmacılar, 2 gün içinde savaş aparatına dünüştü. Böyle giderse yaşanan ölümleri canlı da izleyeceğiz. “üçüncü dünya savaşı” tanımı ve savaşın önemli bölümünün topraklarımızda yaşandığı doğrudur.

Mazlumu kandırmak

Otobüslerle sınır hatlarına taşınanlar, Yunan kolluk güçlerince biber gazı ile karşılandı. İki ülke arasındaki boşluk! “Hiçbir yerli” olamayan mülteciye verilen Avrupa hayalinin bir karşılığı yok. İktidar, resmi açıklamalarla, binlercesinin ülkeden ayrıldığını söylese de çok azı Avrupa’ya ulaşacak. Çoğu geri dönecek.

Topluma yalan

Resmi sayıların gerçekliği bulunmuyor. Üstelik yine Mülteciler Derneği’nin verilerine göre Türkiye’ye giren mülteci sayısı, geçtiğimiz ocak ve şubat arasındaki sadece 1 aylık dönemde 14 bin artış gösteriyor. Yani “çaresizce” Avrupa’ya sadece sözde bir gözdağı veriliyor!

Riya

Gördüğümüz, “mazluma ağlatmaktan, zalimi taşlatmaya uzanan” büyük bir riyakarlık. Önce, 2015 Eylül’ünde ailesi ile Muğla’dan Yunanistan’a geçmeye çalışırken boğulup karaya vuran 3 yaşındaki Alan Kürdi’nin fotoğrafı ile Meclis’te “Merhamet” diyen Erdoğan var. Bugün aynı Erdoğan’ı “Açtık kapıları, biraz da onlar baksın” ifadelerini kullanırken izliyoruz.

Çürüme

Tepenin toplumu ne denli çürüttüğü de bu insan manzaralarında gizli. Edirne’deki kaçakçı, “İcazeti Reisten aldım” diyor. Nasıl bir Türkiye ki bu, savaşa yananı, iktidarın bataklık politikasını eleştireni suçlu ilan edip cezalandırırken insan simsarını baş tacı edebiliyor!

Risk

“Polis elindeydik, buraya getirdiler.” Sınıra yürüyen genç bir sığınmacının sözleri. Bir diğer Afgan genç de benzer şeyler söylüyor: “Bir ay cezaevinde kaldım, bizi Geri Dönüşüm Merkezi’nden çıkardılar. Paramız yok, telefonumuz yok, ‘Gidin’ dediler.” Suçun ve cihadizmin kol gezdiği bir ülkede böylesine denetimsiz işler yapılması büyük risk de taşıyor.

Mülteci bile Türkiye’yi istemiyor

Afgan gencin ifadelerinin bir bölümünde Türkiye’ye yönelik ipucu var: “Rahat değiliz. Avrupa’ya gidelim kendimizi kurtaralım.” Ucuz işgücü, fuhuş, açlık, çocuk istismarına kurban gittiler. Görülüyor ki sığınmacılar bile Türkiye’den ayrılmak için can atıyor. Ülkenin geldiği nokta bu.

Medyaya bu kez şov görevi

Medyanın içler acısı haline de yine tanık oluyoruz. Uzun zamandır hiçbir “olay yerinde” bu kadar “muhabir” yoktu. Eline mikrofonu alan insan öyküsü peşinde. Her şeyi gizlemesi istenen medyanın payına, bu kez iktidarın şovunu dünyaya ve Avrupa’ya gösterme görevi düştü.

Türkiye’yi bekleyen büyük tehlike

Dört bir yandan ırkçı sesler yükseliyor. Suriyelilerin evlerine saldırılar var. İktidar yeni bir kurban bulmuş gibi. Çöküşün sorumluluğunu yükleyeceği kitleyi hedef gösteriyor. Bu girişim sadece büyük dramlar, kara lekeler ortaya çıkarmaz. Gidecek yeri olmayan sığınmacı mecburen Türkiye’de kalacak. Siyasi güç, halkların birlikte, sorunsuz yaşayabilme olasılığına dinamit koyup geleceği de mahvediyor.

Her zaman, her yerde çöküşün sorumluluğunun yüklendiği bir kitle bulunmuştur. Yakın gemişte Yahudiler önemli bir örnekti. Sığınmacı konusuna nokta koyarak, başladığımız yerden, savaşseverliğe, kahramanlık rüyalarına dönerek bitirelim. Her çöküş öyküsünde Rusların da bulunması ne ilginç bir tarih notu değil mi?