Azra Erhat ile Sabahattin Eyuboğlu, tam karşılamadığını bilseler de Platon’un ünlü eserini Şölen diye çevirdiler; Yunancası Symposium’dur. Bildiğiniz Sempozyum; kuşkusuz şimdikilerde ciddiyet ve nezaket ağır basıyor, bir masaya diziliyor, “kolaylaştırıcı” dediğimiz kişinin rol dağıttığı bir ya da bir kaç oturumda konuşuyoruz. Eski Yunan’da böyle değil; yemeli içmeli, izleyicisi az, belli kuralları olsa da esnek bir […]

Azra Erhat ile Sabahattin Eyuboğlu, tam karşılamadığını bilseler de Platon’un ünlü eserini Şölen diye çevirdiler; Yunancası Symposium’dur. Bildiğiniz Sempozyum; kuşkusuz şimdikilerde ciddiyet ve nezaket ağır basıyor, bir masaya diziliyor, “kolaylaştırıcı” dediğimiz kişinin rol dağıttığı bir ya da bir kaç oturumda konuşuyoruz. Eski Yunan’da böyle değil; yemeli içmeli, izleyicisi az, belli kuralları olsa da esnek bir söyleşi onlarınki.

Nezaket orada da geçerli; üstelik Şölen’de konuşmacıların kimlikleri ve birbirleriyle ilişkileri söyleşi sırasındaki bu incelikle çelişebiliyor. Sokrates’in başının belası halk önderi Alkibiades, Perikles’in akrabası, deli dolu bir genç. Dahası Atina’yı Sicilya seferine sürükleyerek 30 bin askerin ölümüne neden olmuş bir komutan. Ama Sokrates’i pek seviyor, söyleşileri hiç kaçırmıyor. Sokrates’in sarhoş ve adeta askıntı aşığı.

Şölen’in belki de en uzun konuşanı Aristophanes’tir; orada bulunuşu ise başlı başına trajedi. Şölen’den bir kaç yıl önce “Bulutlar” komedisini yazmış, Sokrates’i “Tanrı tanımaz, bulutlara tapan bir bilge” olarak anlatmış. Şölende kimse yüzüne vurmuyor Bulutlar’ı. Ama Sokrates ünlü savunmasında Aristophanes’i iftiracılıkla suçlayacak, kendisine yaptığı kötülüğü uzun uzun anlatacaktır:

“İftiracılar bakın ne diyorlar: ‘Sokrates kötü bir insandır: yeraltında, gökyüzünde olup bitenlere karışıyor, eğriyi doğru diye gösteriyor, bunları başkalarına da öğretiyor.’ Aristophanes’in komedyasında gördüğünüz gibi: sahnede Sokrates adlı bir adam dolaştırılıyor, havada gezdiğinden, benim hiç ama hiç anlamadığım şeylerden dem vurarak bir sürü saçma sapan sözler söylüyor.”

Yargılama sırasında Sokrates’in baş düşmanı Meletos, Bulutlar’daki sözlerden pek güzel yararlanmış, ölüm cezasının verilmesinde Aristophanes’in asılsız suçlamalarını kullanmıştır. Şölen Bulutlar’ın yazılıp oynanmasından bir kaç yıl sonradır. Tarihi savunma ve ölüm ise daha sonra MÖ 399’dır.

Sıralama tragedya ile komedyanın iç içeliğinin kanıtıdır sanki.

Hayat böyledir; kimi zaman uzun süre birlikte olmak talihine ya da talihsizliğine uğradığınız kişiler, sonra aleyhinize tanık olabilirler. Kuşkusuz kendinizi Sokrates’in yerine koymamalısınız. Hele hele sizi zindana götüren tanıklarınızı, Meletosların önünde komedyasıyla tanıklık eden, tamam benziyor, her ihanette benzerlik bulunur, yine de Aristophanes’le kıyaslamayın!

Doğru ama Meletos’un suçlamaları, savcıların niyet cümleleriyle doldurdukları şu son Gezi iddianamesine benzemiyor mu?

“Öyle olduğu anlaşılmıştır, böyle olduğu görülmüştür…” Öyle midir, görülmüş müdür? Gazeteciler bu türden, kasıtlı niyet okumalarla karşılaştıklarında hiç değilse haberciliğin temel ilkelerini sorar, “ne, neden, nasıl, nerede, ne zaman, kim” diye derine inmeyi şart koşarlar. Kısacası bu uydurmalardan asparagas haber bile olmaz. Ama iddianame olabiliyor. Son günlerdeki dağılma ve panik havasından da anlaşılıyor ki işler iyi gitmiyor; provokasyonların kalitesi iyice düştü, tehdit, yıldırma dozu yükseldi, inandırıcılık sıfırlandı. Öyle ki, biat kültürüyle yetişmiş taraftarlar bile “bu kadar da olmaz ki” demeye başladılar.

Vazgeçecek değildirler. Seçim gününe kadar ellerinden geleni yapacaklardır.

Adaylarla ilgili iddialar, orasından burasından kırpılmış gazete küpürleri, fotomontaj “eserler”, ama durun, daha piyasaya çıkmayı bekleyen, trafo kollayan kediler var.

Peki son vuruş için sahne hazır mı, Aristophanes geldi mi?