Aydınlık insanlar her zaman karanlığı deler!

Özellikle ülkemizdeki siyasetçi, içinde bulunduğu durum nedeniyle iç dünyasında 3 önemli duyguyla çatışır:

•İrade zayıflığı ve de düşkünlük derecesinde bir şeyi arzu etme olarak değerlendirebilen zaafları…

•Benlik anlamına gelen egoyu...

•Gerçek tehditten veya kafasında yarattığı hayali zorlukların oluşturduğu korkuyu yaşar…

Yaradılışta bulunan bu duygular kontrol edilemezse, insan öyle davranışlar sergiler ki, bazen çok bencil, bazen aptal, düşünmeyen ya da yalnızca kendini düşünen, bazen saf ya da şeytan, kolay kandırılan ya da kandıran ve etrafına zulmeden zalim bir karakter sergilemeye başlar. Oluşan karakter, elindeki yetkileri kullanmasında en etkin güçtür.

Egosu büyükse karşısındaki dinlemez. Her şeyi kendi yaptığına inanır. Aynada kendinden başkasını görmek istemez. Kimse onun kadar güzel ve akıllı değildir. Büyük işler yaptığını zanneder. Dalkavukları onu, ülkenin hatta dünyanın en güçlü insanı olduğuna inandırır. Etrafına “Eytt sen kimsin ki” diye başlayan tümcelerle yaklaşır. Yaptıklarını anlamayan yurttaşları kul olarak görür, verdiği ulufeyle peşinden gideceklerine inanır.

***

Zaafları ortaya çıkar. Şan şöhret peşinde koşmak ister. “İtibardan tasarruf edilmez” der, oturduğu koltuktan kalkmak istemez. Tam bu zamanda o birilerinin avucunun içine girer. O avuç “Otur der oturur, kalk der kalkar!” Başkandır ama biat etmek zorundadır. Yapamadığı ya da kazanamadığı zaman bir şeyler uydurur. Yani sonuna kadar koltukta oturmanın yollarını arar. İşte bu anda yönettiği yer başkalarının eline geçmiştir.

İstediğini yapamaz hale gelince ya da kulları olarak gördükleri tepkisini çoğalttıkça,  bir daha “başkan” olamama ve koltuğu kaybetme korkusuyla zalim olur. Tüm değerleri yok eder, acımasızca saldırır. Kindar olur. İnsanlıktan uzaklaşır. Hınçla yaptıklarını yıkar. Ve sonunda kaybolur gider. Aslında bu sonu kendisi belirlemiştir.

Bugün, Türkiye ekonomisi çökmüştür. 85 milyon yurttaş yarınını kaybetmiştir. Artık çok ama çok fakirdir. Torunlarını ya da çocuklarını düşünmeyi bırakmış kendisinin dahi yarınının olmadığını görmüştür. Türkiye satılmaktadır. “Neyin satılacağını çok iyi bildiklerini” söyleyenlerle karşı karşıyayız. Çoğumuz “Kurtarıcı aramaktan” vazgeçti sanki. Doğru da yapıyor. Tam bağımsız Türkiye için ancak halkın kendisi kurtarıcı olacaktır. Çünkü “Kurtarıcıdan da kurtulmak zordur.” Yaşamlarına sahip çıkmanın yolu halkın “artık yeter” demesiyle açılır.

***

Emperyaller, 2000 yılının başında, Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyayı işgal edeceğini açıklamışlardı. Çekinmeden de yaptıkları projeyi tebliğ etmişlerdi. Hatta “BOP Eş Başkanı’nı” bile belirlemişlerdi. Sözcüleri Condoleezza Rice demişti ki, “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek!”

Bu sözler gerçekleşti. Arap Baharı’nda iktidarlar değişti. Şimdi, Taliban Afganistan’ı, ABD Irak’ı, Rusya da Suriye’yi yönetiyor. Anadolu ise; Körfez Arap sermayesi ve 17 milyona ulaştığı söylenen sığınmacıyı misafir eden bir coğrafya haline getirildi…

İktidar bu gidişata “dur diyen” insanları istemiyor. Laiklik ve çağdaşlıktan vazgeçti. Hukukta “masumiyet Karinesini”, yaşamda, gösteri, toplanma ve düşünce özgürlüğünü kaldırdı. Sorgulayan aydınlara düşman. Halkın uyanmasına önderlik edecekleri enterne etmek istiyor. Ego, zaafları getirdi. Şimdi de korku başladı. Bu nedenle zalimleşti. Zamlarla yaratılan cenderede halkı düşünemez hale getirmeye çalışıyor.

***

İktidarın korktuğu 4 kişi var:

-Demokrasi, adalet eşitlik, kardeşlik, birlik, beraberlik ve barış isteyenlere sözcülük eden Selahattin Demirtaş,

-Yaşam biçimlerine dokunulmasını istemeyen, çağdaş bir ülkenin gençleri olarak dünyanın gelişimine ayak uydurmaya, doğaya sahip çıkmaya çalışan ve dayanışmadan yana olduklarını açıkça beyan eden Gezi gençliğinin temsilcisi, üstelik Hatay Milletvekili Can Atalay, 

-AKP’nin yarattığı yeşil sermayenin oluşturduğu sömürü ve soygun düzenine karşı çıkan, emekçiden yana olan, açık tavır koyan iş insanı Osman Kavala,

-Ve insanın en temel hakkı, üstelik anayasanın varlık nedeni olan düşünme ve ifade etme özgürlüğünün teminatı, kararlı ve cesurca yurttaşın haber alma hakkını hakkının savunan Merdan Yanardağ.

***

Bu dört aydın insan, hukuk devleti olmaktan çıkarılan Türkiye’de Anayasa’ya rağmen haksızca tutuklular. Anayasayı ve AİHM kararlarını dinlemeyen bir zihniyet, özgürlüklerini kısıtlayarak onları, karanlığa gömmeye çalışıyor. Ama yaydıkları ışık, yaratmaya çalıştıkları karanlığı delip geçiyor! Onlar, demokrasi kahramanları olarak dimdik ayaktalar. Ya korkanlar?

Dün Silivri Cezaevi’ndeydim. Sevgili Merdan Yanardağ ve Can Atalay’la birlikte oldum. Her ikisinin de moralleri yerindeydi. Ülke gerçeklerinin farkında olarak karşılaştıkları hukuksuzluğu sineye çekmeyeceklerini açıkça ifade ediyorlardı.

Yanardağ, “Gerçek habercileri korkutmak için hedef yapıldığını, haksızlık ve hukuksuzluğun mutlaka adil yargıdan geri döneceğini bildiğini” söyledi. Türkiye’de demokrasi, hak ve özgürlüklerin kaldırılması, ülkenin tüm kaynaklarının yandaşlara peşkeş çekilmesi, iktidarı sorgulayanları adalet sopasıyla susturulmasına karşı olmaya devam edeceğini tekrarladı. Yapılan usulsüzlük ve hırsızlıkların ortaya çıkarılması, oynanan siyasi oyunların halkla paylaşılması için verdiği mücadeleye kararlı bir şekilde devam edeceğini açıkladı.

Atalay ise “Bir hukukçu ve milletvekili olarak Hukuk dışı siyaseti kabul etmediğini, milletvekili dokunulmazlığıyla ilgili AYM kararlarını Yargıtay’ın ciddiye almamasına ve Gezi için çıkarılan tebliğnameye hukuk adına çok üzüldüğünü” söyledi.

Gördüğüm o ki; zaafları aklının önünde olduğu için egosu büyüyen, sonunda zalimleşen insanları yanında mütevazi kahraman aydınların varlığı ülkemiz için bir şansmış…