Bu köşede haftada bir yazı yazacağım; kafamda bir dolu konu; dile getireceğim, tartışacağım çok şey var. İyi de, kimin yok ki diye

Bu köşede haftada bir yazı yazacağım; kafamda bir dolu konu; dile getireceğim, tartışacağım çok şey var. İyi de, kimin yok ki diye de sorulabilir.  Köşe yazısı mı eksik? İbadullah.  Çok mu yeni, çok mu farklı şeyler söyleyeceğim? Hadi canım sen de... Öyleyse niye? Ben de varım demek için mi?  Bakın, bu hiç azımsanmayacak bir şey. Ne diyeyim, bari işe yarasa.
Gerçi bu sorular daha baştan bu köşenin “işe yaramaz” olacağı gibi bir izlenim bırakıyor ama; alışmak, havaya girmek için biraz müsaade lütfen. Zaman içinde büyük laflar, ahkam kesmelerle iyi bir “köşe kadısı” olacağıma emin olabilirsiniz. Ne de olsa, yıllardır yaptığım iş öğretmenlik.
Nelerden söz edebilirim? Vallahi Kopenhag fiyaskosu ile başlamak çok hoşuma gider. 190 küsur ülke uzmanı, sivil toplum kuruluşu, hükümet yetkilileriyle bir şeylere karar vermek üzere bir araya geliyor ve bir karar varamadık, seneye İnşallah diyorlar. Bizse öyle kendi derdimize düşmüşüz ki, iklim zirvesi filan gözümüz görmüyor. Matah bir sonucu olmadığına göre, üzülecek pek bir şey diyebilirsiniz; demeyin.
Demeyin; çünkü yalnız karbon salınımını değil, asıl bu büyüme iştahını, bu oburluğu konuşalım derim. Pek duyan yokmuş, olsun; bu gidişin hepimiz için ne felaketler hazırladığı ortada; duyuluncaya kadar konuşmaya devam ederiz. Düşünün, bu konuda hazırlanmış birçok rapor, böyle giderse 2050’ye kalmaz işimiz biter diyor. Küresel ısınmanın insan eliyle, endüstrileşme sonrası oluştuğu, karbon salınımından doğal kaynakların kirlenmesi veya yok olmasına kadar her konuda asıl suçun gelişmiş ülkelerde olduğunu da ortaya koyuyor. Onların yolunu izleyerek yeryüzünün kaynaklarını talan etme yarışına katılan gelişmekte olan ülkeler de suç ortaklığına soyunmuş durumda.
Büyüme durursa, dünya da duracak sanki!
Yahu, asıl yeryüzünü ve kaynaklarının sınırlarını hesap etmeyen bu büyüme sürerse dünya duracak. Öyleyse; konuşalım. Onlar karbon salınımı kontrol etmek konusunda bile ayak sürsünler, biz, “yeryüzünün ve kaynaklarının sınırları  var, yaşamı koruyalım” diyelim; onlar, -sanki çok umurlarındaymış gibi, herkes iş, aş istiyor desinler, biz, “bölüşürsek herkese iş de, aş da  var” diyelim; onlar, “sürdürülebilir büyüme”  gibi güzel laflar etsinler, biz ”bölüşümlü  büyüme” diyelim.
Ne dersiniz? Dünyayı durdurmadan bunu yapabilir miyiz?
Onlar kim diye de sormayın. Bu yazıyı, “izm”li bir şey yazmadan bitireyim.
Bu arada bir dedikodu da yapayım; 18 Aralık’ ta tüm dünyada Kopenhag toplantısını desteklemek amacıyla eylemler düzenlendi; bunlardan biri de İstanbul’daydı. Akşamüstü 5’te Tünel’de toplanılacak, Taksim’e yürünecekti. Bir avuç dünya ve yaşam sevdalısı genç oradaydı ve yürüyüşlerini yaptılar. Ama kendilerine şuradan, buradan, o örgütten, bu kuruluştan katılan “ablaları, abileri” olmadı. Hava yağmurluydu,  herhal ondandır.
Canım bizim derdimiz bize yeter de demeyin; bu dünyada artık “orası, burası” yok; küresel köydeyiz. TEKEL işçilerini de destekleyelim, Greenpeace’in eylemlerini de; Dünya Sosyal Forumu’na da kulak verelim, tersane işçilerine de. Küresel köyün muhalefetinin, orası, burası olmaz.
Bu arada TEKEL işçilerine de selam; öyle “boş oturuyorlar” gibi laflara üzülmesinler. Elerinden işleri alınmış, makine gibi ıskartaya çıkarılmış insanlara söylenecek şey mi, bu? Büyük işler yaparmış görünüp boş oturan çok bu memlekette; onlar üzülüyorlar mı?
Ama durun; ne güzel başlamıştım. Bu işi o kadar da ciddiye almanın lüzumu yok, hemen de havaya girme diyordum kendime ki, görüldüğü gibi, ikinci yazıyı bile bekleyemeden nasıl olacağım ortaya çıktı. Oysa bir giriş için ne güzel konular vardı; yeni yıl, Fatih Akın’ın filmi, -gerçekten güzel film, yılbaşındaki TV programları içinde hoş bir sürpriz, düetler,  Milenyum İnsanları adlı ilginç kitap.
Ama beceremedim, bir şey anlatma derdi yine baskın çıktı. Ne yapayım, köşe yazarları arasına yeni bir “bilmiş” katılıyor, kolay gelsin, hoş gelsin diyeyim bari.
NOT: “Köşemin” adını nasıl buldunuz? Bir arkadaşım, “demir-ipek” olsun dedi; biraz bana atfen galiba. Ben de, yaşam melez, biz melez; yazı da melez olsun dedim.