Sona yaklaştıkça işler çirkinleşir. Her şeyden önce alan daralmıştır artık. Öyle uzun uzun top çeviremezsiniz ortada. Adımlar hızlanmak, paslar kısalmak zorundadır. Omuzlar birbirine çarpmaya, ayaklar birbirine dolanmaya başlar. Zafere az kaldı derken, hop kendini yerde bulmak da var. Ayağa kalkmak ve devam etmek hayatın gerçeği elbet; iş o ki, toprak seviyesinde fazla zaman kaybetmemek için hedef hep akılda tutulsun. Planlı, programlı, öngörülü olunsun. Verilen sözlerin arkasında durulsun. Atılan iyi ve olumlu adımlar, caza sahasında basit ve kritik hatalarla gölgelenmesin. Ağızdan çıkan niyetler davranışla ne kadar desteklenirse, mesela sözler kucaklaşmalara ne kadar denk olursa, insanı yeniden ayağa kaldırıp koşturacak bacaklara da o kadar kolay can gelir. Düştüğü yerden bir avuç toprakla kalktı denen insanlar, hayatın bir anında illa ki durdurulabilmek için o çelmeyi yemiştir. Önünde sonunda herkes görür bunu.


***

Alan daraldıkça korumacılık artar. Daha önce parsel parsel dağıtılan metrekarelerin en küçük parçasının başına bile bekçi köpekleri dikilir. Gerekirse malikâne duvarlarının ardından simitler atılır dışarıya. Kamyon kamyon öğütler verilir önce, zorlukla idare etmenin yolları anlatılır tane tane. Ancak alan daraldıkça zaman da azalır. Bunu en iyi, geleceğini, kaybedilmesi en hızlı ve en kolay olan şeye, yani paraya bağlayanlar sezer. Güvensizlik sahipliği, sahiplik de korkuyu çağırdığından, hikâyenin sonuna doğru karakterler gerçek yüzlerini göstermeye başlar. Kazanırken sergilenen cömertliğin altında kibir olup olmadığı asıl kaybederken anlaşılır. Sahnenin en aydınlık dakikalarıdır o anlar. Çırılçıplak. Olması gerektiği gibi.

***

Yılın bu son yazısında demem o ki, biz bu kadim sonların mücadelesi içinde çırpınırken, aklımızın sınırlarını zorlayan yeni bir sahne kurulmaya başlandı bile. Her şeyde olduğu gibi bitişler de başlangıçlarla hep iç içe… Bir yanda güneşle ilk temas, diğer yanda patlak ekonomisini arka kapı yöntemleriyle yamamaya çalışanın aya sert iniş vaatleri… Bir yanda kendi kendini kopyalayarak üreyebilen robotlar, diğer yanda okunmuş fasulyeler… Aşılarla beynine hükmedileceğine inananlar ile dünya yaşanmaz hale gelir gelmez, valizini toplayıp Mars’a gidebileceğini düşünenler arasında yeni ve akılcı bir sayfa açılıyor aslında. Fark etmek gerek. Özgüvenini, her şeyi bilen cehaleti ile şişirenlerin balon gibi sönmeye başladığı son düzlükteyiz. Alıştıkları alkışlar artık yok. Mevzi dar, atış zor.

***

Finaller önemlidir. Kim maraton koşucusu kim değil, kim zamanı doğru kullanmış kim yaymış, kim sorumlu davranmış kim gönülsüz anlaşılır. Mesela henüz demokrasinin kendisini idrak edememiş zihinlere radikal demokrasi fazla gelir. Mesela yeni bir düzenden, ikinci el kaportaya pasta cila çekmeyi anlayanlar için radikal reform ağır gelir. Mesela devlet önünde halkı kul hissettirmeye alışmış despotlara, “kimdir devlet, devlet benim” diye isyan eden terörist görünür. Fikir ve düşünce özgürlüğü sadece buna ayak uyduramayan kafaları huzursuz eder ve o kafalar da toplumu elbette…

***

Sona yaklaştıkça işler iyice çirkinleşti, yaşıyoruz işte. Ama bir dalga yükseliyor ufuktan, onu da görmek gerek. Paradan, sağlığa, eğitimden, barınmaya temel hak bilinci ve talebi artıyor. Gençler, kadınlar naftalin kokulu liderlerden koltukları devralıyor. Hava tazeleniyor.

Toplumsal düzen ve ebediymiş gibi dayatılan alışkanlıklar sorgulanmaya başlandı. Umudun yükselmesi isyanların artmasından belli. Değişim ihtiyacının başıboş bırakılmaması, yerelden genele yayılıp kökleşmesi için yapılması gereken çok. İşe en önce, sadece kişi veya kurumu koruyan; katı, sınırlayıcı, dışlayıcı kırmızı çizgileri sorgulamakla başlamak gerek. Yeni bir yıla girerken dileğim, herkesin minderindeki o iğneyi hissedip rahatının kaçması ve dilini de çemberini de genişletebilmesi… Tarihin bu sahnesi, sosyal adalet ve toplumsal barışın inşasıyla kapansın.