Ömrünün uzunca bir bölümünü hapiste geçirmiş olanlarla kıyaslanamayacak kadar kısa bir hapislikten sonra Silivri kapalısından çıktığımda bir meslektaşımın ilk sorusu, “Kaldığınız yerden devam mı?” Olmuştu. Bir an düşündüm; soru doğru, soruda gizlenen yanıt yanlıştı. “Hayır dedim, kaldığımız yerden değil, geldiğimiz yerden devam edeceğiz.” Doğrusu budur. Dünya, Türkiye, bıraktığımız yerde değildi. Biz de Silivri kapalısına girdiğimiz […]

Murat B., Marx’ı hallediyor!

Ömrünün uzunca bir bölümünü hapiste geçirmiş olanlarla kıyaslanamayacak kadar kısa bir hapislikten sonra Silivri kapalısından çıktığımda bir meslektaşımın ilk sorusu, “Kaldığınız yerden devam mı?” Olmuştu. Bir an düşündüm; soru doğru, soruda gizlenen yanıt yanlıştı. “Hayır dedim, kaldığımız yerden değil, geldiğimiz yerden devam edeceğiz.” Doğrusu budur. Dünya, Türkiye, bıraktığımız yerde değildi. Biz de Silivri kapalısına girdiğimiz günkü gibi değildik; her şey değişmiş, değişiklikler birbirini değiştirmiş, iyi kötüye, kimi eksiklikler tamama, kimi ölümler hayata dönmüş, kimi hayatlar sönüp gitmişti.

Sınırlı başarılarımızın enkaz haliydi kaldığımız yer; geldiğimiz yer ise zorlukların büyüdüğü ama ayağa kalkmayı denediğimiz yerdir.

Yanımızdan geçip gitsin mi hayat?

Şimdi durumu olduğu gibi görmek zorunludur. Kenara çekilmek, “yanımızdan geçip gitsin biz biraz güç toplayalım, sonra bakarız” demek, evet var böyle bir yol, ama gerçekte yol değil, kendini inkârın bir türüdür, gizlice tüymektir, kaçıştır ve hayat hep çağıracağı için sizi, imkânsızdır.

Gerçekten istiyorsanız, kaçmanın yolu yöntemi, “zamanın ruhuyla” uzlaşmaktır; pek çok kişinin başardığı, aydın olmaktan gönüllü bir vazgeçişle, boyun eğmenin konformizmiyle “huzur içinde yaşamak” pekâlâ mümkündür.

Her neyse, biz oralarda değiliz.

Öncelikle söylemek gerek, yaşadığımız, bedel ödediğimiz büyük acılar, kaçınılmaz yıkımlar aynı zamanda bizi zenginleştirir, olgunlaştırır.

İkincisi, toplumsal hafızanın sanıldığı gibi yok olup gitmediğini görmek genellikle şaşırtıcıdır ama bize güç verecek gerçek bir olgudur.

Üçüncüsü, dağılmış örgütlenme modellerinin, mücadele yöntemlerinin nasıl yenilenebileceği konusunda elimizde artık çok fazla veri var.

Dördüncüsü, geçen zaman içinde bilimdeki, teknolojideki gelişmeler, kimilerinin “yükselen dalgadan aman kopmayalım” kaygısıyla Kapital’in arasına saklayarak okudukları Weber özetlerinden esinlenerek dillendirdikleri “tamam oldu bu iş, değişimin öznesi değişti” iddiaları kof çıktı. Tam tersine sınıfı nicel olarak güçlendiren, nesnel olarak halk sınıflarının önderliğine yükselten arayışlar güç kazandı.

Hariçten gazel okuyan eskici

Burada küçük bir parantez açıp, Marksizm’in harici münekkitlerine göz atmak yararlı olabilir. Kötü sonuçlanmış maceralardan sonra içtenlikle gerçeğe dönenler bir yana, bir grup liberal, artan baskıyı içselleştirebilmek için, yeni tezler peşindedir. Geçmişte şu ya da bu şekilde sosyalizm saflarında yer alan kimi aydınlar da demokrasi ile yanlış ilişkilendirdikleri bir sosyalizm arayışından sonra Marksizmle bağlarını tümüyle kopardılar. Olur böyle şeyler. Marksistleri hayretler içinde bırakan ise, ışığı özellikle Hopa olaylarında öldürülen Lokumcu ile ilgili yorumu ile tümüyle sönse de entelektüel sayılan Murat Belge ve benzerlerinin cehaletin dibinden ses vermesidir. Önceleri eleştirilerini bir ölçüde içeriden yaptığı söylenebilirdi ama artık “tenkitlerini” karşıdan yapıyor; doğal olarak karşı tarafın düşük düzeyi onun da düzeyidir.

Düzey düşük ama o yüksekten, Marx’tan başlamak istiyor.

Belge, “Marx’ın Manifesto’yu 1848’de, Kapital’i 1867’de yayımladığını” dolayısıyla “yüz küsur yıl öncenin bilgileriyle kurulmuş bir teorinin yalnız bu günü değil, yazıldığı günü anlamakta ne kadar geçerli olacağını sorgulamak” gerektiğini savunuyor. (Birikim. Sosyalizmin Genel Sorunlarına Giriş.18 Eylül 2019) Marx için, “o zaten zamanını da anlamamıştı” diyebilmek için kuşkusuz cahil olmak yeterli değildir, iflah olmaz bir ego da gerekir. Ama Belge’de bunun ziyadesiyle bulunduğunu biliyoruz. Marx’ın teorisinin gelişimini yakından bilmesi gereken Belge, ustaların pratikten hiç kopmadan adım adım ve çelişmeden geliştirdikleri düşüncelerinin her evresinde doğayı ve insanı doğru kavradıklarını bilmez mi?

Bilginin, bilimin eskime ölçütleri Belge’nin anladığından çok farklıdır. Bilimsel bilgi, Belge’nin sandığı gibi geçen yıllar sayılarak “eh artık bu eskidi” diyebileceğimiz bir şey değildir. Kopernik’i kim eskitmiş ki? Newton’la Einstein arasında, Einstein’la sonrası arasındaki uzun yıllar kimi, neyi eskitmiş? Bilimlerde gelişme belli bir alanda ve zamanda hükmünü yürüten önceki tezi yok etmeden, bir üst düzey için öncekinden “koparak” gerçekleşir; biriken bilgi nihayet kabına sığmaz olur. Thomas Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı eserinde savunduğu gibi; bilim bir üst aşamada kendisini önceki dönemin verilerinin diyalektik inkarı ile yeniden kurgular. Marx’ın Hegel’le, Feuerbach’la ilgili etkilenme ve eleştirme süreci de böyledir.

Marksizmin “hariçten münekkitleri” ise genellikle kendi dünyalarında kurguladıkları gerçeği yansıtmayan bir Marksizmle hesaplaşırlar. Oysa Alman İdeolojisi’ndeki şu pasajı dürüst bir şekilde okusaydılar, hem boşuna yorulmaz, hem de belki dışarıdan eleştiriyi içeridenmiş gibi gösterme sahteciliğinden kendilerini kurtarırlardı. Marx şöyle yazıyor: “Bize göre komünizm ne yaratılması gereken bir durum ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları şu ana varolan öncüllerden doğarlar.” (Alman İdeolojisi. Marx-Engels. Sol Yayınları sf.62) Ama biraz daha açıklayıcı olana da yer verelim, üstelik çeviren de Murat Belge olsun. “Komünizm olumsuzlamanın olumsuzlaması olarak konumdur (position) ve dolayısıyla insanın kurtuluşu ve iyileşmesi sürecinde tarihi gelişmenin bir sonraki aşaması için zorunlu olan edimli (actual) evredir.” (K. Marx. 1844 Felsefe Yazıları. Payel Yayınevi. sf.116)

Marksizmin gelişme evrelerinde sürekli birbirini yalanlayan eserler söz konusu değildir. Aynı şekilde sonraki eserler öncekileri değersizleştirmez. Önemli olan zenginleşmeyi, boşlukların daha sonra doldurulmasını aynı mantık dizgesiyle sürdürmektir; kuşkusuz 1844 ve sonrasının, Marx’ın tüm eserine katkısını keşfetmektir.

Geleceğin gerçekçi ütopyası

Doğa bilimleri ile insanı ele alan bilimlerin zaman içinde nasıl iç içe geçeceklerini oldukça erken bir zamanda gösteren büyük anlatının öngörüsünün doğrulanacağını gösteren belirtiler liberal “münekkitleri” uyarır mı bilmem. Bakın ne diyor eski sosyalist: “…Sosyalizmi ‘zorunlu bir hedef’ olarak göstermek, tarihi gelişmeyi bir amaçla bağlamak anlamına da gelir. Bunun da adı ‘teleolojidir. Teleoloji de bilimsel değildir.” (Birikim, 22 Mayıs 218) Belge, Marksizmi dine benzetmeye çabalayanlara boyun eğiyor; belirleme-nedensellik ilkesi ile teleolojiyi, bu birbirine zıt iki düşünceyi bilerek karıştırıyor. Marksizmde teleoloji yoktur; belirleme ve nedensellik vardır, üstelik katı determinist bir nedensellik ilkesi de söz konusu değildir.

Marx-Engels ikilisinin bilim ve bilimin geleceğine ilişkin görüşleri Belge için ilginç olabilirdi, eğer çevirdiklerini unutmasaydı. Marx “tarih kendisi doğal tarihin, gerçek bir parçasıdır. -doğanın insanlaşmasının. Doğa bilimleri zamanla insan bilimini de kapsamına alacak ve aynı şekilde insan bilimi de doğa bilimini içerecektir; yalnızca bir tek bilim olacaktır” der. (1844 El Yazmaları. Payel yayınları. sf.113. Çeviren bildiğiniz gibi Murat Belge)

Cebimizde bir reçetesini taşımadığımız mücadele keskinleştikçe egemenlerin çürüseler de yerlerini terk etmeye yanaşmadıkları görülür. Kavga sertleşir. Böyle zamanlar korkunun dağları beklediği, mezarlıktan geçerken ıslık çalanların çoğaldığı, eskiciliğin kıymete bindiği, konformizm tellallarının “işte bak Marksizm de eskidi” diye tef çaldığı zamanlardır.

Boş verin, ciddiye almayın, değmez, kıymet-i harbiyesi yoktur bu eskicilerin…