28 günlük askerlik yapanların anıları anlatmakla bitmez. Gerçi genelde askerlik anıları yıllarca süren, arkası yarın türünden ...

28 günlük askerlik yapanların anıları anlatmakla bitmez. Gerçi genelde askerlik anıları yıllarca süren, arkası yarın türünden öykülerden oluşur. Anlatıcının haleti ruhiyesine göre gerçekle, kurgu iç içe geçer. Neyse; biz 28 gün askerlik yapanlara; “Bir de 18 ay yapsaydınız demek hiç susmazdınız.” diye takılırlar. Oysa bu kanı yanlıştır. 28 gün için askere gelenlerin hepsi arızalı tiplerdir. Şöyle düşünün; yaş ortalaması otuz olan, göbekleri yağ tutmuş, çoluk çocuğa çoktan karışmış bir takım adamlar; kimi suçlu olduğu için, kimi kariyer peşinde koştuğundan, kimi de bildiğimiz kaçma eylemini başarıyla tamamladığından, neden sonra bir araya gelmeyi başarıp asker olmuşlardır. Bu durumdan daha matrak, daha saçma ne olabilir!
Uzatmayalım; o tuhaf kalabalıkla askerlik görevimi hallettikten sonra, ilk kez asker ocağına yolum düştü. Genelkurmay Başkanı, basın mensuplarına, önemli açıklamalar yapmak için, davet etmişti bizi.

FUAYEDE GARİP TOKALAŞMA
Askerin meslekten gelen ciddiyeti ve disiplini herkesçe malum… Davet gününe iyi hazırlandıklarını söylemezsek haklarını yemiş oluruz. İyi karşılandık. Resmi giysili subaylar arasından, ceketli-boyunbağlı vaziyette büyük kültür merkezinin fuayesinde yerimizi aldık. Dikkatimi çeken, hiçbir özel güvenlik önlemi alınmayışıydı. Sanki ordu, daha kapıdan bir mesaj vermişti: ‘Biz sizi tanıyor ve güveniyoruz!” gibi bir şey olsa gerek bu.
Tahmin edeceğiniz üzere kanlı-bıçaklı pek çok gazeteci yüz yüze gelerek, yapmacık, yılışık selamlarla durumu idare ettiler. Ben de iki kez bu tür sahte memnuniyet gösterisinde bulundum. (İsimlerini vermeyeceğim. Dilerse onlar yazsın. Ancak ikisi de yayın yönetmeniydi söz konusu kişilerin.) Ama Ahmet Hakan ve Akif Beki selamlaşmadılar. Ahmet’in selam vermediğini işittim ve içimden ‘Helal sana Ahmet!’ deyiverdim.
Fehmi Koru, Nazlı Ilıcak, Mustafa Karaalioğlu gibi isimlerin heyecanı yüzlerinden okunuyordu. Bu demokratikleşme, sivilleşme süreci belli ki onları fevkalade mutlu etmişti. Liberal kontenjanından Ali Bayramoğlu’nu da gördüm. Gerçi bu liberallerden metrekareye kaç tane düşüyor hesaplayamadım. O kadar çoklar ki! Sol-Liberal, Sağ-Liberal, Orta-Liberal, Sade-Liberal, İslamcı-Liberal, Ilımlı İslamcı-Liberal, Fetocu-Liberal v.b… Neyse; çağrı yapıldı ve ellerimize verilen kartlardaki numaraları bulmak için doluştuk salona!

‘SELAMMM DUR!’
Kültür merkezi tıklım tıkış dolmuştu. Düzenleme heyeti kimin kimle oturacağına karar vermiş, herkesi uygun gördüğü yere yerleştirmişti. Ben önümde Mehmet Metiner, yanımda Oray Eğin’le dinledim konuşmayı. En önde foto muhabirlerinin koşuşturmalarından önemli kişiler olduğunu anladığım birileri vardı. Anladık ki; Karadayı, Kıvrıkoğlu ve Büyükanıt toplantıya katılmışlardı. Gel gelelim TARAF /ZAMAN Genelkurmay Başkanı Özkök Paşa burada olmayı uygun bulmamıştı. Olasıdır ki, bu heyetle aynı karede görünmek, ilerde ERGENEKON zanlısı olarak suçlanma riskini doğurur diye endişe etmişti paşa. Tam dalmışken bir ses işittik kendimize geldik; “Dikkat! Sayın Genelkurmay Başkanımız İlker Başbuğ aramıza teşrif etmiş bulunmaktadırlar!” diye. Arka sırlarda oturaklı bir ses eşliğinde, büyük bir kalabalığın dimdik ayağa kalktığını gördüm. Salondaki askerler selama durmaktaydı. Peki biz ne halt edecektik? Kimi gazeteciler gayrı ihtiyari olduğu yerden fırladı, kimi ‘ben asker masker anlamam, sivil adamım kardeşim’ tavrında bulunduğu yerden kımıldamadı, bir de benim gibi iki arada bir derede kalanlar vardı. 28 gün askerlik yapmış olmanın mahcupluğu ve deneyimsizliğiyle oturuyormuş da, kalkıyormuş gibi yaparak durumu idare ettim.

ENTELEKTÜEL AÇILIM
İlker Paşa’nın küçük bir kitap boyutundaki, dipnotlarla örülü konuşmasını dinlemeye başladık. Sık sık alıntılar yapıyor, önemli olduğunu düşündüğü konuların altını çiziyor, kimi zaman sesini yükselterek ilgiyi diri tutmak istiyordu. Bu sırada gözkapakları düşenler, esneyenler ve dilediği magazinel konuyu bulamadığı için sıkılanlar oldu. (Bunların kimler olduğunu söylemeyeceğim. İspiyonculuk gibi bir huyum yoktur.)
Paşa ‘Türkiyeli’ kavramını dile getirince Mehmet Metiner’in bana dönüp; “Bu çok önemli, tarihi bir yorum.” diye heyecanla haykırdığını anımsıyorum. Bence de önemliydi önemli olmasına ama, bu uğurda kimlerin ceza aldıklarını, içeride yattıklarını anımsayınca hüzünlü bir gülümseme yerleşti yüzüme. En son başbakanlık için hazırladıkları rapordan dolayı Baskın Oran ve İbrahim Kaboğlu’nun başına gelenleri anımsadım. Başbakanın onları orta yerde nasıl yalnız bıraktığını da!
“Medeniyetler Çatışması” adlı tuhaf yapıtıyla, dünyanın başına çorap ören Huntington’u matah biriymiş gibi bize sunması dışında, dinlenebilir bir konuşma yaptı diyebilirim İlker Paşa. Sivil-asker meselesi, Fetullah Gülen cemaatine açıktan çakma en belirgin vurgulardı kuşkusuz.

MİDEME OTURAN YEMEK
Konuşmanın bitimiyle birlikte, hepimiz bahçeye doğru koşturmaya başladık. Televizyonlarımız canlı yayındaydı ve biz, alim sınıfı değerli fikirlerimizle toplumu aydınlatacaktık. Gırgır olan herkesin hızla kendi ekibini bulup, harıl harıl anlatmasıydı. Neyse…
Yemeğe geçtik. Benim bulunduğum masada Nihat Ali Özcan ve Can Dündar’da vardı. Kibar ve hoşsohbet askerler her masaya eşlik ediyorlardı. Yemekler şahaneydi. Karavana değildi;  çorba, dana madalyon, mevsim salatası, enginar ve meyveden oluşuyordu. Keyifle yer, içer, söyleşirken; nereden çıktığı belli olmadan Akif Beki geldi oturdu yanımıza. Can Dündar, “Nasıl askerler mi daha çalışkan siz mi? Konuşmayı beğendiniz mi?” diye sordu Beki’ye. O da, sözde şirinlik yaparak, askerlerin çalışkanlığına erişmenin olanaklı olmadığını ve paşanın konuşmasıyla hoşgörülü bir açılım yaptığını söyledi. (Galiba biraz da ironikti) Ben kopası dili mi tutamayıp; “Hazır siz gazeteci olmaya karar vermişken, Başbakan’a söyleseniz de, o da kendi gibi düşünmeyenlere karşı hoşgörülü olsa. Gazetecileri patronlarına şikayet etmese, kovdurmasa!” deyivermişim…
Suratlar asıldı, buz gibi hava esti. Akif Beki “Başbakan öyle bir şey mi yapmış?” dedi. Sorusu saçmaydı elbet…
Reşüm azmaya başlamıştı bile!

KISA SÖZÜN UZUNU
İlker Paşa gelecek hafta, soru-cevaplı bir toplantı daha düzenleyeceğini bildirdi bize. Muhtemelen neler yazacağımızı, nasıl yorumlar yapacağımızı görecek ona göre konuşacak. Beni de çağırırlar mı bilmem ama, medyamızın ulaşılmaz ağabeyleriyle aynı salonda birkaç saat geçirmek bolca roman malzemesi veriyor…