“Demokratikleşmenin” 1 Nolu menüsü Ana yemek tahammülsüzlük ve polis şiddeti.

“Demokratikleşmenin” 1 Nolu menüsü

Ana yemek tahammülsüzlük ve polis şiddeti.  

Altlıklar: Öğrenciye konuşmak değil “sessizlik” yaraşır. Bu kurala uymayanlar ya“örgütçü” ya da “anarşist” dirler.
 Tatlı yerine: Demokrasinin “havarilerle” geleceğine inanmak gerekir; inanmayanları da “coplamak” caizdir.

Önce Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaşanan “Yumurta Şenliği”ni onaylamadığımı söyleyeyim. Keşke gerçekten şenlik olsaydı. Yine de olayı “faşizm” olarak niteleyemem, “şık olmadı” diye geçiştirmekten yana da değilim. Öğrencilerin konferansa çağırıp geleni konuşturmamak ve yumurta bombardımanına tutmak gibi davranışlarını savunmasam da, Başbakan’ın dediği “demokrasi mücadelesi masada yapılır” gibi bir düşüncenin de geçersizliğinin farkındayım. Bu ülkede iktidarın işine gelmeyen çok şey söyleniyor da, duyan var mı? HUU...

Tarih bize demokrasi, hak ve özgürlük mücadelesinin sokaklarda yapıldığını, mücadelelerle sağlandığını gösteriyor. Ancak demokrasi başarıldıktan, demokrasinin gerekleri kurumsallaştıktan sonra müzakere dediğimiz süreç devreye girebiliyor. Bunun için de hak ve hukukun kurumsallaşması gibi, farklı güçler ve çıkarlar arasında eşitlik ve güç dengesinin de sağlanması gerekiyor. Ancak o zaman  protesto ve eylemlerle değil, görüşme ve müzakerelerle bir şeyler kazanılabilmekte. Bizim ülkemizde olmayan da bunlar.  Ne müzakere, görüşme olanakları yeterli, ne hak ve hukukla getirilen güvenceler geçerli, ne de güçler arasında dengeli ilişkilere aldıran var. Hükümet olan hep kendi gücünü arttırmak ve hesap vermekten kaçmaktan yana.  Hukuk da, güçsüzün değil, güçlünün silahı olabilmekte.

Bu ülkede varlıkları tanınmayan, fikirleri dinlenmeyen, istemleri dikkate alınmayan birçok kesim var; yalnız gençler de değil. Bakınız, emekçi kesimlerden derelerini, topraklarını korumak isteyen köylülere kadar birçok kesim ayakta. Görmekte ki, ancak protestolarla, sokaklara dökülmekle varlığını ortaya koyabiliyor; ancak bu protestoların yaygınlaşmasından bir umut duyabilecek.  Siz hangi müzakere masasından söz ediyorsunuz?

Üstelik öğrencilerin her ağızlarını açtıklarında yaka paça götürüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Şimdi onların uslu uslu dinlemeleri, kibar kibar eleştiri yapmaları nasıl beklenebilir? Aksine yıllardır duyulmayan, istekleri ve ihtiyaçları dikkate alınmayan gençler olarak sabırlarının kalmadığını görmek gerek. Bu nedenle  iktidar milletvekillerini, hatta tüm siyasetçileri ciddi biçimde protesto etmek isteklerinde şaşılacak bir yan da göremiyorum.

Bir de, son hafta Başbakanın rektörlerle yaptığı toplantıyı protesto etmek isteyen öğrencilerin karşılaştıkları vahim olayları düşünürsek... Biber gazıyla saldırılan, yerlerde coplanan gençler yetmedi; birinin yüzü gözü dağıtıldı, burnu kırıldı. Bir hamile kadın çocuğunu düşürdü.

Sonra da söylenenler! Neymiş efendim, “belli bir ideoloji taraftarıymışlar”; yok, arkalarında örgütler varmış”, yok, “ellerinde silahlar, molotof kokteylleriyle gelmişler”; yok, “demokrat olmak bir yana polise saldıran vandallarmış”. Daha neler neler!

Evet, arkalarında örgütler var; öğrenci örgütleri. Olmasın mı? Birçok farklı öğrenci örgütü bir araya gelmiş, söyleyeceklerimiz var, bizi de dinlesinler diye harekete geçiyor. Dinlemek ne kelime şehirden sürülüyorlar; buna karşı çıkınca da “şiddet ve de örgüt yanlısı” oluyorlar.

Öğrencilere siyasal olaylar karşısında susma “hakkından” başkasının tanınmadığı bir ülkede, kimin kime karşı şiddetinden söz ediliyor?

Pullar ve cilalar dökülüyor.

Bu ülkede herzaman öğrencilere yönelik baskı ve şiddet yoğun, polisin davranışı  vahşi olmuştur. Yakın zamanlarda olanlar da bunun değişmediğini gösteriyor. Peki, bugün de devlet refleksi deyip, öğrenci olaylarının “ideolojik” bulunmasına teamüldendir deyip şaşırmayalım. Şaşırmayalım da, bunların demokratikleşmeden söz edilen bir dönemde, iddiaları nedeniyle demokrasi havarisi ilan edilen AKP iktidarında olması gibi bir “tuhaflığı” ne yapalım!

Tabii iddialarla yaşananlar arasında makas açıldıkça iktidarın işi zorlaşıyor. Bırakınız sosyo-ekonomik koşulları iyileştirmeyi, çözmek üzere girişimde bulundukları Kürt sorunu, Alevi sorunu, laiklik meselesinde de birtakım jestlerden başka bir şey ortaya çıkmadı. YHSK seçiminden son çıkan Sayıştay Kanunu’nda yapılan değişikliğe kadar uzanan birçok konuda yaşananlar ise, nasıl bir şeffaflık ve demokrasi istediklerini ayan beyan ortaya koydu.

Parantez 1: “Görünen köy kılavuz istemez” diyen atalarımın önünde eğilmekten başka çarem yok.

Bunlar olup biterken yandaş medya için sorun değil, fakat demokrat ve tarafsız, olma iddiasındaki  medya için de işler zor. Referandum sonrası yaşanan antidemokratik uygulamalar,  Wikileaks bombası derken, şimdi de öğrenci olayları karşısında susmak kolay değil. Artık AKP’ye arka çıkarken gerçekten “ümitli” miydiler, yoksa bile-isteye, ya da kerhen propoganda aracı mı oldular bilemem; ama AKP’nin pulları dökülürken, cilalı söylem sahiplerinin pullarına da bir şeyler olmakta. Benden söylemesi.

Örneğin iktidarın basın sözcüsüne gazetede yer verdikten, bunu da “çok seslilik” olarak lanse ettikten sonra, bugün olduğu gibi onun yazdıklarıyla tuşa gelmek var. Devlete veryansın edip hükümeti es geçerken bugün olduğu gibi polis şiddetinin arkasında doğrudan Başbakanı bulmak var. “Milli iradecilerin” demokrasi ve toplum denetimi istediklerini iddia ederlerken, bugün olduğu gibi Sayıştay’ın israfları önlemeye yönelik verimli, etkin ve tutumlu (VET ilkesi) harcama yapılmasına ilişkin denetiminin ortadan kaldırıldığını öğrenmek var. Halktan geldikeri için övdüklerinin, para hesaplarının İsviçre’ye kadar uzandığını yabancı kaynaklardan duymak var. Varoğlu var.

Parantaz 2:“Dün dündür bugün de bugün”, ya da “gelen ağam, giden paşam” diyenler için mesele değil, ama söylediklerinin arkasında durmak isteyenler için işler zor. 

 Öğrenci olaylarının “polis şiddeti” ile ilgili olmayan yanları konusunda ne denileceği, ne yapılacağı da önemli. Öğrenciler neden sokaktalar, ne istemekteler; dertleri nedir? Tabii, eğitim hakkının hayata geçirilemeyişinden, eğitimin piyasalaşmasından, eğitimde eşitsizlik ve adaletsizliğin artışından ve YÖK düzeninden şikayet ettikleri biliniyor. Peki, duyan var mı?

Gördük işte. Ancak milletvekiline yumurta attıklarında ana akım medyaya, “prime time” tartışmalara taşındılar. Yani, ancak böylece öğrenciler köpeği ısırmayı başardılar. Başardılar da,  istemlerini anlatma fırsatı bulabilecekler mi, onları dinleyen çıkacak mı? Asıl orası önemli; göreceğiz.

Parantez 3: Ankara’nın ve piyasanın gündemini öne alırken, olay olmadıkça toplumu es geçen ana akım medye için asıl demokrasi sınavı burada. Dördüncü kuvvet olma iddiasının ispat yeri de burası, bu konular.