“Oh olsun”la “Vah vah”ın ötesinde

Henüz öküzün ölmediği ve ortaklığın bozulmadığı zamanlardı, Ergenekon ve Balyoz şaşaalı bir şekilde devam ediyor, ardı ardına operasyonlar yapılıyor, beş benzemez aynı sepete dolduruluyor, “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” deniyor, kurunun yanında yaşın da yanabileceği söyleniyor, “Mesele demokratikleşmekse gerisi teferruattır” temalı yazılar gazete köşelerini dolduruyordu.

İlhan Selçuk’un ya da Türkan Saylan’ın evinin sabahın kör bir saatinde basılması sorun değildi, bakın Veli Küçük tutuklanıyordu. Yasadışı dinlemeler, sahte deliller, kurulan kumpaslar önemsizdi, işte Hanefi Avcı gözaltındaydı, sorgulanıyordu. Yalçın Küçük’le Kemal Kerinçsiz, Merdan Yanardağ ile Sedat Peker aynı örgütün üyesi olabilir miydi, bu nasıl örgüttü acaba, bunlar şu an önemli değildi, işte yıllar sonra kontrgerilla ile derin devletle, Gladio ile hesaplaşılıyordu, buna odaklanılmalıydı, “Sonuna kadar gidilsin” denmeliydi.

Ergenekon ve Balyoz adlı “büyük yalan”ın ateşli destekçileri bunları yazadursun, bir de onlar kadar ateşli olmamakla birlikte, olan biteni naif bir “Oh olsun” duygusuyla izleyenler vardı. Operasyonlara amigoluk yapmasalar da, eski JİTEM komutanlarının ya da işkenceci polislerin şimdi cezaevinde olmaları onları içten içe sevindiriyordu. Bu operasyonlarla yeni bir rejim kurulduğunu, söz konusu isimlerin operasyonların meşruiyetini sağlamak için birer yem olarak kullanıldığını ve en önemlisi gerçek suçlarından tutuklanmadıklarını görmezden geliyorlar, tutuklayana değil sadece tutuklanana bakıyorlar ve kendilerinin soramadığı hesabın başkası tarafından sorulmasının anlamsız tatminini yaşıyorlardı.

Gün geldi devran döndü, öküz öldü ortaklık bozuldu ve operasyoncular operasyonlara maruz kaldılar, dün birilerini Silivri’ye yollayanlar bugün Silivri’ye yollananlar oldular, memleket birilerinin birilerini sırayla cezaevine yolladığı absürd bir filme benzedi, demokratikleşme diye diye gelinen yer ülkenin koskoca bir hapishaneye dönüşmesi oldu.

Bu hapishane inşasına harç koyanların bir bölümü bugün içerideler. Ilıcak’lar, Bulaç’lar, Alpay’lar, Altan’lar geçmişte gayet bilinçli bir şekilde, iktidar savaşlarının, kumpas davalarının, komplo girişimlerinin birer parçası oldular, kalemlerini bu yönde kullandılar, yaslandıkları güç adına yazdılar, beyinlerini ve fikirlerini satılığa, kiralığa çıkardılar. Şimdi ise bunun bedelini ödüyorlar, yaslandıkları güç -şimdilik- yenildi ve kazanan eski ortak, yenilenlerle birlikte onların kalemşorlarını da, yaratılmasına büyük katkı yaptıkları canavarın doğasına uygun bir şekilde cezaevlerine doldurmakta en ufak bir tereddüt göstermedi.

Hal böyle olunca, nasıl ki dün birileri için “Oh olsun” denmiş ve operasyonların Türkiye’yi nereye götürdüğüne bakılmamışsa, bugün de bir tür kişisel intikam duygusu ve iç soğumasıyla, benzer bir şekilde başkaları için “Oh olsun” denilebiliyor. Bu şüphesiz insani ve insani olması ölçüsünde anlaşılabilir de bir tutum, başkalarına büyük acılar çektirenlerin şimdi kendilerinin benzer şeyler yaşaması, insanların içindeki “ilahi adalet” duygusunu tatmine yardımcı oluyor.

Ancak ortada tıpkı dün olduğu gibi bugün de bir apolitizm var. Tutuklayanlardan çok tutuklananlara bakan, meselenin bağlamını kaçıran, bugünkü operasyonların da tıpkı dün olduğu gibi rejim inşasına hizmet ettiğini göremeyen bu “Oh olsun”culuğun bizi politik olarak götürebileceği bir yer yok. Kuddusi Okkır’ın eşi ya da Ali Tatar’ın ağabeyi böyle düşünebilir, sonuna kadar da haklarıdır ama bizim için bir yerden sonrası apolitizmdir ve gerçeklere gözümüzü yummamızı sağladığı ölçüde de zararlıdır.

Peki apolitizm sadece “Oh olsun”culukla mı sınırlı? Elbette ki hayır, bir de “Vah vah”çı apolitizm var ki, evlere şenlik. Düne kadar iktidarın Türkiye’yi demokratikleştirdiğine inananlar ve hepimizi buna inandırmaya çalışanlar, bugün gidişatın ne kadar kötü olduğunu göstermek için “demokrasi savaşçısı” yazarların, gazetecilerin birer birer nasıl tutuklandığını anlatıyor, denklemi “otoriter rejim-demokrat gazeteciler/yazarlar” diye kuruyorlar.

Yurtdışından Türkiye’ye bakan ve olan biteni yakından takip etmeyen insanlar meseleyi böyle okuyabilirler ama son on dört senenin tanığı bizlerin böyle bir lüksü yok. Örnek isteniyorsa, Altan kardeşlerin birer demokrasi savaşçısı olduğunu ve otoriter rejime karşı yürüttükleri demokrasi mücadelesi nedeniyle tutuklandıklarını söyleyip vah vahlanmak, geçmişte bu iktidarın ülkeyi demokratikleştireceğini söylemekle aynı şeydir, yani hem yalancılıktır hem de ahmaklıktır.

“Oh olsun” aşamasını çoktan geçtik, “Vah vah” ahmaklığı ise bizden uzak olsun. İhtiyacımız olan şey dünü, bugünü ve yarını doğru okuyan dibine kadar politik bir tutum. Ancak böyle özne olabilir, ancak böyle gidişata müdahale edebiliriz çünkü.