ABD Sahne Sanatları ve Bilimler Akademisinin her yıl verdiği Oscar ödüllerinin en önemli yanı, aslında bu ödülleri sinemaya yine sinema sektörünün veri

ABD Sahne Sanatları ve Bilimler Akademisinin her yıl verdiği Oscar ödüllerinin en önemli yanı, aslında bu ödülleri sinemaya yine sinema sektörünün veriyor olmasıdır. 1927'de 36 kişiyle başlayan ve bugün 5 binden fazla üyenin oylarıyla sürdürülen bu sek-törel ödüllendirme çalışması ve sonuçları, kaçınılmaz olarak hem küreselleşme çağının egemen sinemasında hem de bu sinemanın yol bulup girdiği dünyanın her bir köşesinde olup bitenlerin de neredeyse doğrudan politik göstergesine dönüşüyor.

Tabii, dünyanın her yerinde olduğu gibi Amerika'da da sinema sektörüyle toplum ve politik yapı arasında doğrudan bir bağlantı kurmak hem zor hem de sosyolojik açıdan yanlış değilse bile yarım olacaktır; örneğin özgürlükçü ve savaş karşıtı politik önermeler sunan filmlerin ödüllendirildiği bir dönemde sağcı/muhafazakâr bir başkan seçilebiliyor, ya da tam tersi... Ama buna rağmen Oscar'ı ve onu belirleyenleri tartışmak önemli, çünkü bu ödülün ve onu dağıtanların da alanların da dünyayı belirleme ve yönlendirme gücünün en kuvvetli iktidarlardan bile daha yoğun olduğu gerçeği ortada duruyor. Kaldı ki, filmler gökten zembille inmediğine ya da Marslılar tarafından yapılmadığına göre, yani tıpkı bizim gibi bu dünyada yaşayan, haber bültenlerinde bizim gibi bu dünyanın problemlerini izleyen sinemacıların politik ya da etik duruş ve üretimlerinin sonuçları olduğuna göre, kimi zaman filmden ve filme gösterilen teveccühten yola çıkarak 'olgu'ya, kimi zaman da 'olgu'dan yola çıkarak filmsel anlatının doğasına ulaşmak, en azından çarpıcı bir entelektüel çaba olarak bile kayda değer bir zihinsel üretim olacaktır.

Oscar sonuçlarında en çok dikkat çeken unsur, o yılın, ister gizil karakterli olsun ister açık, mutlaka politik bir önermesi bulunan filmlerinin ödüllendirilmesidir. Tabii ki aslında en basitinden bir romantik komedinin bile en azından yananlamsal düzeyde, alt-anlatı ırmaklarında politika bulunur, fakat Oscar söz konusu olduğunda bu politik önermenin doğası çoğunlukla Amerika'nın içinde bulunduğu durumla bağlantılı olarak ele alınır. İşte tam da bu nedenle Oscar, dünya politikasına dair yoğun izler de taşıyan bir etkinliğe dönüşür. Körfez Savaşı'nın etkilerinin sürdüğü, Amerika'da evsiz sayısının inanılmaz bir hızla arttığı, Avrupa'da sosyalist düşüncenin yeniden yükselir göründüğü bir dönemde Cameron'ın çıkıp hem temelanlam hem de yananlam düzeylerinde açıkça sınıfla-rarası ilişkiler bağlamına oturttuğu "Titanic" filminin 11 Oscar alması boşuna değildir. Bunu açık politik yapısıyla "Schindler'in Listesi", "Forrest Gump", "İngiliz Hasta" vb. onlarca film için söyleyebiliriz. Tabii Oscar'ın ve Akade-mi'nin yapısını ve uygulamalarını tümel biçimde 'ilerici' ya da 'gerici gibi sıfatlarla tanımlamak çok da doğru ve olanaklı değil... Birçok defa, bildiğimiz Amerikan bakış ve duruşunun dışında, hatta oldukça ilerici kararlar aldığı söylenebilecek oluşum hakkında, özellikle McCarthy soruşturmaları döneminde örneği sıklıkla görülen biçimiyle sol/ liberal görüşlü sinemacıların uzun bir süre ödüllerden -ve hatta törenlerden!- uzak tutularak 'cezalandırılması' gibi olgulardan yola çıkarak reel politik sistem ve gündemle birebir ilintili bir 'Oscar okuması' yapmak da mümkün...

Bu yıl "Crash/Çarpışma"ya verilen iki Oskar ödülü, Akademi kurumsallaşmasının çok kuvvetli bir politik aygıt, hatta bazen bir politik özne olarak durduğu yeri bir kez daha vurgulamış oldu. Aslında "Çarpışma" ne yeni bir şey söylüyor, ne de söylediğini yeni bir biçemle sunuyor... Hatta sinematografik estetik bakımından örneğin 2002 tarihli Spike Lee filmi "25th Ho-ur/25. Saaf'e göre daha başarısız bir yapımla karşı karşıya olduğumuz bile söylenebilir.

Fakat anlaşılan o ki, Akademi için bu yıl asıl önemli olan estetikten ziyade politik tavırdı ve bu yüzden iki eleştirel 'post-11 Eylül' filmine, "Syriana" ve "Çarpışma"ya özel bir ilgi gösterildi.

Şimdi, Beyaz Saray ve senatodaki yöneticileri tam da "Syriana"da anlatılan hikâyeyi gerçekleştirmek ister gibi İran'a yönelik saldırı planlarını hayata geçirmek üzereyken, Akademi'nin bu 'özel ilgi'sinin politik sonuçlarını merakla bekliyoruz. Bush'un ikinci defa başkan seçilebildiği bir ülkede söz konusu eleştirel politik yaklaşımlar kendini her haliyle güncel ve gündelik politikada gösterebilecek mi, yoksa sadece filmlerde kalmaya mı mahkûm, hep birlikte göreceğiz.