Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Okuduğum yazılardaki öz Türkçe sözcükleri kaydetme alışkanlığım var. Kim, nerede, nasıl kullanmış? Bunlar benim hep ilgimi çekmiştir. Biriktirdiğim sözcüklerle kendi çapımda bir “Öz Türkçe Sözlük” oluşturduğumu söyleyebilirim. Bugün size bu derlemeden “tadımlık” olarak birkaç örnek sunuyorum. Alıntıların bibliyografik kaynaklarını ve kullanım biçimlerini de belirtmek isterdim ama yer darlığı yüzünden bunu yapamıyorum. -alnaç: Bir şeyin ön […]

Okuduğum yazılardaki öz Türkçe sözcükleri kaydetme alışkanlığım var. Kim, nerede, nasıl kullanmış? Bunlar benim hep ilgimi çekmiştir. Biriktirdiğim sözcüklerle kendi çapımda bir “Öz Türkçe Sözlük” oluşturduğumu söyleyebilirim. Bugün size bu derlemeden “tadımlık” olarak birkaç örnek sunuyorum. Alıntıların bibliyografik kaynaklarını ve kullanım biçimlerini de belirtmek isterdim ama yer darlığı yüzünden bunu yapamıyorum.

-alnaç: Bir şeyin ön yüzü, cephe (Ahmet Uysal)
-avunç: Acının dindirilmesi, teselli (Sabri Kuşkonmaz)
-bağıl: izafi, nispi (İlhan Selçuk)
-görevdeş: meslektaş (Mustafa Onar)
-görüm: vizyon (Enis Batur)
-kurgusöküm: dekonstrüksiyon (Hasan Ünal Nalbantoğlu)
-nitem: sıfat (Enis Batur)
-titrem: ton (Osman Bolulu)
-tümel: külli (Doğan Kuban)
-uyuntu: uyuşuk, miskin (Orhan Suda)
-yonut: heykel, yontu (Melih Cevdet Anday)
-varkalım: Bireyin varlığını sürdürebilme çabası (Selçuk Candansayar)

***

HAFTANIN NOTU

Acıyı bal eylemiş bir dost için

Onu, sanal ortamdaki yazılarından tanıdım. Arkadaşları, “Müftüm” diye hitap ediyorlardı. Sonraları yüz yüze tanışınca, bunun bir şaka olduğunu anladım.

Kimi konularda uyuşmuyordu görüşlerimiz. Ama içtendi. Isındık birbirimize. Kısa sürede dost olduk. Yazdıklarını daha yakından izlemeye başladım.

Bitlis’in Kasrik köyünde doğmuş ama küçük yaştan beri Ankara’yı yurt edinmişti. Tüm öğrenim yaşamı da burada geçmişti. Altındağ çocuğu idi. Eski Ankara’yı iyi bilenlerden… Yapmadığı iş kalmamış, bir ara gazeteciliğe de bulaşmıştı…

Mülkiye buluşmalarımızda anlattığı öyküleri dinlerken gülmekten yerlere yatıyorduk! Bulunduğu yere neşe saçan bu kırçıl sakallı adam, bazen kadınların olduğu ortamlarda bile büyük bir doğallıkla açık saçık fıkralar anlatıyor, hepimizi kırıp geçiriyordu. Müthiş bir gözlemci, olağanüstü bir anlatıcıydı.

Kimi yönleriyle Can Yücel’e benzettiğim bu gizemli insanın adı Ergün Küzenk’ti. Arkadaşları “Ergun” diyordu ona.

***

Doğuştan yetenekliydi. Kendine özgü sözcükleri ve vurucu diliyle, Facebook sayfasında çarpıcı “insan öyküleri” yazıyordu. Dostlarının özendirmesiyle, bu yazılar art arda kitaplaşmaya başladı. 2017 yılında çıkan ilk kitabının adı, “Bitlis’ten Ankara’ya… Beni Duyuyor musun?”du. Onu bir yıl sonra “Alviran’ın Kızları” izledi. Dağarcığında daha nice öykü olduğunu biliyoruz.

Bir tür “Memletimden İnsan Manzaraları” onun yazdıkları. “Acıyı bal eylemiş” bir derviş tavrıyla, yaralı bir coğrafyadan yürek burkan kesitler, canlı portreler sunuyor. Daha çok ezilenleri, “alttakiler”i anlatıyor. Biraz savruk da olsa akıcı, etkileyici bir anlatımı var. Adeta damardan giriyor okurun yüreğine. Sarsıyor, düşündürüyor. Bazen güldürüp bazen hüzünlendiriyor. Yer yer muzipleşen hınzır ve neşeli diliyle sinematogratif sahneler çiziyor.

Ercan Kesal’ın, “Bitmeyen kederini ve umutlarını her daim ışıldayan neşesiyle anlatıyor” dediği ve ünlü yönetmen Akira Kurosava’ya benzettiği Ergün Küzenk, bir süredir kanser sağaltımı görüyor.

Geçenlerde Ankara’daki Su’dem Cafe’de görkemli bir imza günü düzenlendi onun için. Ergün de hasta yatağından kalkıp katıldı bu etkinliğe. Ne ki kitap imzalayacak gücü yoktu. İmza yerine “parmak damgası” basıldı kitaplarına. Okurlarının ve dostlarının dayanışmasından büyük moral buldu yazarımız.

Ergün Küzenk nice güçlükleri aşarak bugünlere gelmiş. Direnci ve iyimserliğiyle kanseri de yeneceğine inanıyorum.