Bu ülkenin çok eski zamanlarında önemli toplantılar şöyle başlardı:

-Basının ve TRT’nin değerli temsilcileri…

O zamanlar gazeteler ve gazeteciler bir gezegende, TRT ve çalışanları başka bir gezegendeydi. O yüzden de gazetelerin ve gazetecilerin gündemleri ile TRT’nin gündemi çok farklı olurdu!

Tabii bu durum siyaset dünyasıyla yakından ilgiliydi. Diyelim ki  iktidar partisinde fırtınalar kopuyor. Bakanlar istifa ediyor, ortada akçeli mevzular var, rüşvet verilmiş, avantajlar elde edilmiş dosyalar açılmış, tutuklamalar başlamış, gazeteler elde ettikleri yeni bilgileri manşetten veriyorlar, TRT’de ise birinci haber mutlaka “Cumhurbaşkanı” diyerek başlardı:

-Falanca ülkenin yeni büyükelçisinin güven mektubunu sunma töreninde konuğuna “hoş geldiniz” dedi!

İkinci haber ise Başbakanlığa aitti. Ülkede demokrasi de vardı! Üçüncü haberin adresi de ana muhalefet partisiydi.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarını muktedirliğe dönüştürdüğü son yıllarda (birkaç eksikle) bütün gazeteleri ve özel televizyonları eski zamanların TRT’sine çevirdi. Artık haberler ve her türlü siyasi gelişmeler iktidara göre sunuluyor!

Haberlerde öncelik “Reisin asabını bozmayacak” şekilde olanlara veriliyor. İkinci tercih “Reisin hoşuna gidecek” haberlerin oluyor.

Bu şekilde ülke güllük gülistanlık bir halde takdim ediliyor. Tam bu “mezarlık huzuru” ortama yayılmışken, birden bire Denizbank ve futbol camiasının en ünlülerinin tam ortasında yer alan milyonlarca doların havada uçuştuğu kriz patlıyor.

Hükümet medyası önce ülkede böyle bir şey yokmuş gibi yapıyor. Hadi Denizbank’ı bankadan saymayın tamam ama içinde Fatih Terim gibi bu ülkenin en ünlü teknik direktörü var, futbolu kadar skandallarıyla ünlü Arda Turan var, Emre Belözoğlu var, Selçuk İnan var! Bu çok ünlü isimlerin hepsi de “milli” formayı giymişler. Üstelik de “yerli” olma özelliğine sahipler. AK Parti’nin ülkeye kazandırdığı yeni söylemin vücut bulmuş halleri:

YERLİ VE MİLLİ!

Skandalı yazmak ve yansıtmak yine medyanın yüzde 5’lik bölümüne –yani sahici gazetecilere/televizyonculara) kaldı.

Yok böyle bir şey diyemeyecekleri kadar devasa bir skandal. Adamlar en tepelere kadar çıkabiliyorlar.

Bu çocukları mağdur etmeyin tarzında ricaların emir telakki edileceği durumun çok ilerisindeler. Tam anlamıyla foseptiğe batmış haldeler.

Son örnek üzerinden geriye doğru gidince yakın tarihimizin “skandallar okyanusuna” dönüşmüş olduğunu görebiliriz.

Halbuki basın özgürlüğü hunharca katledilmeyip toplumun nefes almasına izin verilseydi, bu durum en fazla iktidarın kendisine çekidüzen vermesini sağlardı.

Ağzına kadar yiyecek içecek dolu bir buzdolabının fişini çekerseniz bir süre sonra içindekiler bozulmaya başlar. Önce küflenir sonra da yiyecekler kokmaya başlar!

Şimdi gelinen nokta işte burasıdır. Kendi kontrollerindeki medyanın fişini çektiler, o cenahta gazeteciliği bitirdiler.

Oysa eskisi gibi bir yaygın medyaya tahammül edebilselerdi, iktidarın yamacındayım diyenlerin böylesi aç gözlülükleri için hicap duymak zorunda kalmazlardı:

-Özgür Basın her derde devadır!