Bir parti kongresi değil, bir parti-devleti kongresi izledik dün. Henüz o aşamaya gelinmediği için Erdoğan kongreye bizzat katılmadı belki ama aslında varlığının gölgesi bütün salona düşmüş durumdaydı. Kongrenin bedeni de ruhu da ‘lider’e biat üzerine inşa edilmişti ve bunun Erdoğan’sız son kongre olması amaçlanmıştı; bundan sonrası başkanlık, o da olmazsa partili cumhurbaşkanlığıydı çünkü.

Kongrenin her safhası, partinin ‘gerçek lideri’nin Erdoğan olduğunun hem partinin hem de toplumun bilincine nakşedilmesi üzerine kurulmuştu. Salonda şarkılar onun için çalındı, tezahüratlar onun için yapıldı, Divan Başkanı Bozdağ onu ‘partinin sahibi’ olarak ilan etti. Kongreye gönderdiği mesajı bütün salonun ayakta huşu içinde dinlemesi ise parti-devleti kongresi derken ne kastettiğime dair muazzam bir sembolizm içeriyordu; o an sanki kürsüde ‘lider’ konuşuyordu, ‘lider’ kanlı canlı orada, salondaydı!

Başka bir sembolizm ise Binali Yıldırım’ın konuşmasının sonunda artık Erdoğan’la özdeşleşmiş olan o şarkı sözlerini ‘biraz’ değiştirerek okumasıydı. Erdoğan, mitinglerde “bana her şey sizi hatırlatıyor” diyordu kitlelere ve böylece hem kendisini milletle özdeşleştiriyor hem de meşruluğun yegâne kaynağı olarak görülen ‘milli irade’ye selam yollamış oluyordu. Yıldırım ise adeta Erdoğan’ın salondaki ruhuna seslenerek “bize her şey seni hatırlatıyor” dedi. Böylece ‘lidere sadakat’ andını içmiş oluyordu ama başka bir şey daha yapıyordu: ‘Millet’e “bana her şey sizi hatırlatıyor” diyebilecek, yani “milletin bedeninde somutlaştığı lider” olabilecek tek kişi vardı ve Yıldırım bunun farkında olduğunu ‘lider’e gösteriyordu.

Kongre, sadece Erdoğan’ın ‘parti liderliği’ni kutsamadı, ‘devletin başı ile partinin liderinin aynı kişi olduğu’ vurgusu ve iddiası esas meseleydi ki bu da kongreye neden ‘parti-devleti kongresi’ dememiz gerektiğine dair en önemli göstergelerden biriydi. Hem partinin hem devletin lideri olmak ‘fiili durum’u oluşturuyordu ve şimdi yapılması gereken nicedir dile getirildiği üzere ‘fiili durumun hukuki statüye kavuşturulması’ydı, yani anayasa değişikliği! Zaten ‘parlamenter sistemin son başbakanı’ olmaya aday Yıldırım da, canlı yayında mülakat veren bütün AKP yöneticileri de aynı şeyi söylediler ve “hedef başkanlık” dediler.

Kongrede, Yıldırım’ın ilk mesajına uygun bir şekilde ‘terörle mücadele’nin öne çıkması şaşırtıcı değildi; çünkü başkanlığın yol haritasının zemini en başından beri toplumu Kürt sorunu üzerinden kutuplaştırmak ve ‘güçlü lider/güçlü devlet’ vurgusu üzerinden başkanlığı tesis etmek üzerine kurulmuştu. Kongre, AKP’nin MHP seçmenine oynamaya ve sağda barajı geçebilecek potansiyeli olan son partiyi de yutma/etkisizleştirme operasyonuna devam edeceğini gösterdi. AKP’nin ‘çözüm süreci’ni bitirip dinsel söylemine bir de milliyetçiliği eklemesi ile birlikte ortaya çıkan yeni ‘Türk-İslam sentezi’ kongreye damgasını vurmuştu ve Cuma günü Meclis’te CHP yönetiminin büyük katkılarıyla elde edilen ‘dokunulmazlık zaferi’ coşkuyu daha da artırmıştı.

Netice itibariyle kongre, partiyle devlet arasındaki bütünleşmenin ve parti liderliğiyle devletin başı sıfatının tek adamda toplanmasının sağlanması sürecinde kritik bir aşamanın daha geride bırakılması anlamına geldi. Hem AKP’nin bir ‘lider partisi’ olduğu, hem de AKP rejiminin tepesinde ‘lider’in, yani ‘tek adam’ın bulunduğu bir parti-devleti olduğu tescillendi. “Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet” söylemine dün itibariyle bir de tartışmasız kesinlikte bir ‘tek lider’ eklendi.