Işıklı bir cihazdan, opak bir yüzeye (ekrana) bir görüntünün yansıtılması eylemine verilen addır. Film, fotoğraf, grafik vb. görüntüyü yansıtma işi ve bu işte kullanılan cihazı tanımlar.

Ama "Projeksiyon" kelimesinin, belki de bu tanımından hareketle kullanıldığı bir başka yer daha vardır. "Psikolojik Projeksiyon" diye de bir kavramdan söz ediyorum.

Bir kişinin, genellikle kendisiyle ilgili olumsuz ve kabul edilemez duygularını, dürtülerini veya özelliklerini başka bir kişiye, canlıya, nesneye veya gruba aktarmasını (atfetmesini) içeren bir "savunma mekanizması"dır.

Psikoloji bilimine yakın insanlar tarafından internet ortamında yapılmış bir tariften alıntı yaparak, biraz daha açmak gerekirse:

"Psikolojik yansıtma, diğer tüm savunma mekanizmaları gibi, zihinsel başa çıkmaya hazır olunmayan durumlarda, iç çatışmalara karşı verilen bilinçaltı tepkilerdir. İnsanlar genellikle böyle durumlarda, içsel huzursuzluklarını bastırmak için farkında olmadan kullanırlar bu mekanizmayı..."

Ülkeyi, bugünkü rejimle içinden çıkılamaz bir sorunlar yumağına sokmuş, Cumhuriyet’i temellerinden sarsmış, on milyonlarca yurttaşını açlık, yoksulluk, çaresizlik, buhran içine sürüklemiş ve bir uçurumun eşiğine getirmiş AKP iktidarı, bir yandan da kendi hata ve yanlışlarını kendi kötü huylarını, "en iyi bildikleri kötülükleri" başkalarına "suçlama - karalama" olarak getirmenin çabası içinde görünüyor.

Lâfı nereye getireceğimi tahmin ettiniz sanırım?

"Dezenformasyon" ile mücadele adı altında, ülkede zaten katledilmiş bulunan en temel özgürlükleri daha da fazla boğazlama anlamına gelecek, ağır bir "Sansür Yasası"nı hızla geçirebilmek için TBMM’de hummalı bir faaliyet içindeler.

Ağızlarını her açtıklarında, millete yalanı ve yanıltıcı bilgiyi, gerçekle alakası bulunmayan haberleri pompalamayı alışkanlık haline getirmiş olan iktidar sözcüleri ve onların yandaşı-beslemesi medya organları, bir yandan bu huylarına devam ederken bir yandan da "Sizi yanlış bilgi ve haber yaymaktan men etmek için getiriyoruz bu yasayı" diye sunturlu bir yalanın ve sahtekârlığın peşindeler.

Yasa ile, hoşlarına gitmeyen ve işlerine gelmeyen her türlü haberi ve bilgiyi, her türlü medya ortamında bastırmayı amaçlayan, kendi yolsuzluklarını, pisliklerini ve halkı kandırmaya - ezmeye yönelik her tür icraatı eleştirenleri susturmayı amaçlayan bu yasa yürürlüğe girince, nelerle karşılaşacağımızı gayet iyi biliyoruz. Sansürün, baskının, cezanın ve sindirmenin daniskası ile karşı karşıya bırakacaklar bizleri. Sadece medya profesyonellerini değil, internet kullanan ya da başka mecralarda ses çıkarmaya çalışan herkesi.

Bunu yaparken de, bir yandan kendileri her türlü kara propaganda ve dezenformasyon ile "en iyi bildikleri sanatı icra etmeyi" sürdürüyorlar.

"İBB aracında uyuşturucu taşındı" yalanı.

"Kılıçdaroğlu ABD yönetiminden icazet almaya gidiyor" yalanı.

"Kılıçdaroğlu’nu ABD’de bir FETÖ’cü karşıladı" yalanı.

"Kadıköy’deki patlama doğal gaz arızasıydı" yalanı.

Ve daha birçokları...

Sadece son birkaç günün iktidar menşeli yalanlarından bazıları bunlar.

Ama, utanmadan ve sıkılmadan, üstelik de ciddi bir "İleşitim gafı-faciası" olarak yayınladıkları "Dezenformasyon Bülteni" adlı broşür (insan kendi hazırladığı bir metne bu başlığı nasıl koyar yahu?) ile, muhalefeti ve eleştirel medyayı "yalan söylemekle" suçlamanın çabası içindeler.

Psikoloji alanında, "Projeksiyon" örnekleri konusunda yeni yazılabilecek kitaplar, doktora tezleri vs. için paha biçilmez malzemedir bunlar.

Öylesine akıl almaz senaryolar üretiyorlar ki bu çerçevede... Bir tanesi, CHP Genel Başkanı’nın, "Boston’dan Washington’a gazetecileri atlatarak (gizlice) gittiğini ve yol üzerindeki Pennsylvania’ya (FETO’ya) uğramış olabileceğini" bile ima eden bir harita yayınladı. O "yolları ve haritaları" gayet iyi bildiklerinden olsa gerek...

Utanmazlığın, aymazlığın, pişkinliğin tarihi örneklerine imza atıyorlar artık.

Hani, güzel dilimizin güzel bir sözü vardır ya:

"Alemi nasıl bilirsin? Kendim gibi..." denir.

Tam da o hesap.

Yalanı, hırsızlığı, rüşveti, halkı aptal enayi yerine koymayı, soymayı bu ülkede adeta "standart davranış biçimi" haline getirenlerin, bugün kalkıp da ona buna "Yalancı, hırsız, dolandırıcı, rüşvetçi ve hattâ Fetöcü" demeleri karşısında, hayatta olsaydı Sigmund Freud hangi uzvunu kullanarak, nasıl gülerdi bilemiyorum.

İşin esprisi bir yana...

Bu demokrasi ve özgürlükler düşmanı, utanç abidesi Sansür Yasası’nın yürürlüğe girmesi halinde dahi, uygulanamaması için aklı başında tüm yurttaşların ve en başta da medya mensuplarının tüm gücü ile mücadelesi esastır. Bunun ve demokrasi karşıtı tüm girişimlerin akamete uğratılması için bu ülkenin tüm aklı başında gazetecilerinin ve hukukçuları ile kanaat önderlerinin, aydınlarının kol kola kararlı bir direniş içinde olmaları gerekmektedir.

İktidarın, seçime kadar toplumun kendilerini dışındaki tüm kesimlerini susturmayı amaçladığı bu girişimleri ayaklarına dolaştırmak ve sandıkta bunun yanıtını tarihi bir hezimetle vermek için tüm demokrasi güçleri göreve!