Rejimin Başı, seçim sonrası yaptığı kapsamlı iki değerlendirmesinde, 31 Mart’ı nasıl yorumladığını, ne ders çıkarıp çıkarmadığını, kendisine seçmen yani vatandaşlar tarafından kesilen faturayı ödemeye ne kadar yanaşıp yanaşmadığını açıkça ortaya koymuştur.

Artık hiçbir kuşkumuz kalmamıştır. Gazetemiz BirGün de rejimin başının meramını son derece iyi analiz ettiği dünkü manşetinde “Halk mesajı aldı” cümlesini kurmuştu. Üst başlık olarak da “Erdoğan’ın niyeti, hesabı yoksula kesmek” şeklinde bir ifade kullanmıştık.

AKP Genel Başkanı yerel seçimlerde halkın; hem ağır yükü altında ezim ezim ezildiği feci boyutlardaki ekonomik buhrana, hem de hayatın her alanında sesinin kısılmasına, en temel demokratik haklarını dahi kullanamamasına, eğitim ve sağlık başta olmak üzere devletten alamadığı en temel hizmetlerdeki gerilemeye, AKP’li belediyelerdeki israfın yarattığı hizmet yoksunluğuna isyanını anlamazdan gelmektedir.

Hem, hafta başında kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada, hem de Çarşamba günü, partisinin TBMM grubuna hitabında, bunun tüm işaretlerini veren ifadeler kullanmıştır.

Bir kere, “Zaten katılım düşüktü” diyerek ve yüzde 78 katılımı küçümseyerek “Seçimin sonuçları ciddi bir şey ifade etmiyor” demeye getirerek vatandaşın iradesini hor görmeye çalışmıştır. Genel seçimde yüzde 15, yerel seçimde yüzde 22 civarında seçmenin sandıktan uzak durmasının sorumlusu, geri kalan yüzde 85 ve 78’lik çoğunluk olabilir mi? Bunun sorumlusu, halkı siyasete ve sandığa küstüren ciddi ve fahiş boyuttaki yönetim hatalarıdır.

Yönetim de, bizzat “Rejimin Başı” olarak şahsından ibaret olduğuna göre, (bir benzetme yapmak gerekirse) hesap faturasını elinin tersiyle masadan aşağı itmeye yeltenmektedir.

“Şahsım”ın yaptığı ikinci hatalı tespit ise, “Yerel iktidar diye bir şey yoktur” ifadesidir.

Kafasında, “Her şey bana bağlı olmalı, benden bağımsız hiçbir yönetim ve otorite olamaz. Yasama organı üyelerini ben seçiyorum. Yürütme organı zaten tek başıma benim. Yargı mensuplarını ben tayin ediyorum. Eh zaten medyanın da önemli bir ekseriyetini kendime bağladım. Bağımsız iş yapacak yerel yönetim diye bir şey tanımam...” düşüncesi vardır.

O yüzden de yerel yönetimlerin halk tarafından “Halkın istediği ellere teslim edilmesi” ve kendi partisinden olmayan başkanların oralarda “iktidar” olması fikri, uykularını kaçırmaktadır.

Yani 2019’dan beri geçen 5 yıl boyunca tam 11 büyükşehir belediyesinin “Halk Partililer”de olmasını zaten hazmedememişken, bir de bu seçimde 14 büyükşehir 21 il ve 337 ilçe kazanmaları, uykunun da ötesinde “kâbus” etkisi yapmıştır, Erdoğan’a.

Seçmenin; nüfus itibarıyla yüzde 64’üne, GSYH’ya katkı anlamında yüzde 85’ine tekabül eden bölümünün CHP’ye “teveccüh gösterdiği” bu ağır yenilgiyi asla kabul etmeyeceğini gösteren bir başka ifade de, Cumhurbaşkanı’nın “Biz bitti demeden hiçbir şey bitmez” sözleridir.

Bu da, “Seçimi bir kazanmamışsak, kimse kazanmış sayılamaz” gibi son derece demokrasiden uzak bir ruh halini temsil etmektedir.

Ancak, bunlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere...

Rejimin Başı’nın kullandığı bir söz var ki, hepsinin ötesinde irdelenmeyi fevkadale hak etmektedir.

O da, “Millet sandığa gider ve Cumhurbaşkanı ile kabineyi seçer. İktidar odur” sözleridir.

Şeklen yanlış olduğu kadar, “rejimle” ilgili hissiyatını da bilinçli veya bilinçsiz açıkça ortaya koyan çok tehlikeli bir sözdür.

Şeklen yanlıştır, çünkü “Millet sandığa gidip Cumhurbaşkanını seçer” ama Kabine’yi seçmez. Kabine üyelerini Cumhurbaşkanı “tayin eder”. Üstelik seçilmişler arasından da değil. Tamamen kendi tercihleriyle “tayin” eder.

Doğrusu, “Millet sandığa gidip Cumhurbaşkanını ve parlamento üyelerini seçer” 14 ve 28 Mayıs’ta yaptığı gibi...

Demokrasi açısından da yanlış olmasının ötesinde çok sakıncalı bir tanımlama değil mi Cumhurbaşkanı’nın yaptığı?

Zira, “TBMM’yi unutmuş” görünüyor. Ya da “yok sayıyor”

Bunu kasten mi, istem dışı mı yaptığı hiç önemli değil.

Her ikisi de birbirinden beter.

Aslında “Milletimiz 16 Nisan 2017’de parlamenter sisteme bir daha geri dönmemek üzere hayır demiştir” diyerek yine 3 gün önce bunu, yani “Parlamentonun P’sine bile tahammülü olmadığını” alenen zikretmiştir.

Bütün bunları alt alta toplarsak...

Recep Tayyip Erdoğan, “Kaybettiğini asla kabul etmeye yanaşmamakta, (geçen hafta da yazdığımız gibi) asla ve kat’a hatalarını kabul etmemekte ve bugüne kadar neyi nasıl yaptıysa, nasıl düşünüp nasıl icra ettiyse, aynı rotada devam edeceğini açıkça ilan etmektedir.”

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in tabiriyle “sarı” bana göre “kırmızı” kart gösteren seçmene, “Canınız cehenneme” demekte, bir sonraki seçimde “kıpkırmızı” bir kartı göze almaktadır.

Siyaseten ve şahsen kendi bileceği iştir.

Ama bu tavır ve bu ruh hali, onun icraatından bire bir etkilenen, yoksulluk ve çaresizlik içinde kıvrım kıvrım kıvranan, her türlü adaletsizlik ve antidemokratik uygulamaya maruz bırakılan, “varlığı” inkar edilen on milyonlarca vatandaş için büyük bir tehlike arz etmektedir.

Bunun bilinciyle, halkın bu “rejime ve bu kafaya” karşı mücadele gereğini daha iyi kavraması gerekmektedir. Bunun da yolu saflarını sıklaştırmak, hayatın her alanında daha iyi örgütlenmektir.